Anadolu Selçuklu Devleti

Anadolu Selçuklu Devleti Bayrağı

    Anadolu Selçuklu Devleti, Rum Selçuklu Sultanlığı veya Türkiye Selçuklu Devleti (Arapça: السلاجقة الروم el-Salācika el-Rūm Farsça: سلجوقیان روم Selcūkiyân-i Rūm; Rum Selçukluları), Selçuklu Türkleri'den Kutalmış'ın oğlu Süleyman Şah tarafından Anadolu coğrafyasında, 1075 yılında kurulmuş olan bir Türk - İslam devletidir.

   Türkler; çeşitli sebeplerden ötürü anavatanları olan Orta Asya'dan göç etmek zorunda kalmışlar ve kendilerine yeni bir vatan aramaya başlamışlardır. Bu yüzden Büyük Selçuklular; çevre bölgelere akınlar düzenlemeye başlamışlardır. Örneğin Anadolu'ya yapılan ilk akınlar 1015-1018 yılları arasında gerçekleşmiştir. Büyük Selçuklular; 1040 Dandanakan Muharebesi ile Gazneliler'i mağlup etmiş ve bağımsız olmuşlardır. Selçuklular'ın bağımsız olmasıyla beraber çevre bölgelere yapılan akınlar daha sistemli hale gelmiştir. Nitekim bu akınlar sonucunda Anadolu'nun; Orta Asya'ya en çok benzeyen bölge olduğu ve buranın Türkler'in yaşaması için uygun bir bölge olduğu anlaşılmıştır. Anadolu hakimiyeti için Büyük Selçuklular'la Anadolu'yu elinde bulunduran Bizans İmparatorluğu arasındaki ilk savaş, 1048 yılında gerçekleşmiş ve Pasinler Muharebesi olarak bilinen bu savaşla beraber Anadolu hakimiyeti için gerçekleştirilen ilk savaş Selçuklu zaferiyle noktalanmıştır.

   Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey ve Tuğrul Bey'in kardeşi, aynı zamanda Selçuklu ordusunun komutanı olan Çağrı Bey'in vefatıyla beraber; Tuğrul Bey'in erkek evladı bulunmamasından dolayı Çağrı Bey'in oğlu Alp Arslan Büyük Selçuklu tahtına oturmuş ve Anadolu üzerine yapılan akınları hızlandırmıştır. Hatta Hristiyan alemi için kutsal bir belde olan Ani beldesinin fethine muvaffak olmuştur. Bu dönemde Bizans imparatoru olan Romen Diyojen ise; Anadolu toprakları için oluşan bu büyük tehlikeyi bertaraf etmek için 200.000 kişilik ordusuyla  başkenti Konstantinopolis'ten ayrılmış ve Doğu Anadolu'ya doğru ilerlemeye başlamıştır. Bu sırada Halep'te bulunan ve Fatımiler halifeliğini ortadan kaldırmak üzere Mısır üzerine hareket etmek için hazırlanan Sultan Alp Arslan; Bizans'ın büyük bir orduyla Doğu Anadolu'ya geldiğinin öğrenince hızla geri dönmüş ve Ahlat'a ulaşmıştır. Daha sonra iki ordu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt'te karşılaşmış ve savaş kesin Selçuklu zaferiyle noktalanmıştır. Bu zaferle beraber İran, Azerbaycan, Horasan gibi bölgelerde bulunan Türkler büyük bir hızla Anadolu'ya göç etmeye başlamış ve başta Artuk Bey olmak üzere Selçuklu komutanları, Anadolu beldelerini fethetmeye başlamışlardır.

   Süleyman Şah, Mansur ve tüm Kutalmışoğulları; çeşitli taht kavgalarından dolayı Alp Arslan tarafından hapsedilmişlerdi. Fakat 1072 yılında Alp Arslan'ın ölümüyle beraber serbest kalan Kutalmışoğulları; önce Suriye'ye gelerek bazı faaliyetlerde bulunmuşlar fakat başarısız olmuşlardır. Daha sonra Kutalmışoğulları'ndan Süleyman Şah; Anadolu'da ilerleyerek Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'in hemen yakınlarındaki Nikea şehrini fethetmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurmuştur (1075).

   Anadolu'da güçlü bir devlet kuran Süleyman Şah; Bizans'ın içinde bulunduğu taht kavgalarından yararlanarak sınırlarını hızla genişletmiştir. Öyleki Süryani Mihael gibi müelliflere göre Nikomedia'yı (İzmit) dahi fethetmiştir.

   Bu dönemde Büyük Selçuklu sultanı olan Melikşah; Anadolu'da kendisinden bağımsız bir devlet kurulmasından ve bu devletin güçlenip kendisine rakip hale gelebileceğinden dolayı telaşlanmış ve Porsuk Bey idaresindeki bir orduyu Anadolu'ya göndermiştir. Fakat Porsuk Bey; sadece Süleyman Şah'ın kardeşi Mansur'u ortadan kaldırmış ve başka hiçbir şey elde edemeden geri dönmüştür.

   Daha sonra Süleyman Şah; Ermeni Philaretos'un (Filaret) Fırat boylarından Kilikya'ya kadar uzanan büyük bir Ermeni prensliği kurması ve bu prensliğin; Anadolu Selçukluları'nın doğudaki İslam dünyasıyla bağlantısını kesmesinden dolayı doğu seferine çıkmış ve Tarsus, Çukurova gibi yerleri fethetmiş ve Filaret'e karşı olan Antakya halkının davetiyle bu şehri fethetmiştir. Süleyman Şah'ın Antakya'yı fethinden sonra Halep'i de kuşatması üzerine Halep'e hakim bulunan Şerif Ebu Hasan; Melikşah'ın kardeşi olan ve Melikşah tarafından Suriye melikliğine getirilerek, bu bölgede Büyük Selçuklu Devleti'nden bağımsız olarak hareket eden Atsız Bey idaresindeki Yabgulu Türkmenleri'ni itaat altına alan, Şam'ı kendisine merkez edinen Tutuş'tan yardım istemiştir. Bunun üzerine Tutuş Halep'e doğru yola çıkmış ve Süleyman Şah'la 4 Haziran 1086 tarihinde Ayn Seylem mevkisinde karşılaşmış ve savaşı Tutuş kazanmıştır. Bu savaşla beraber Süleyman Şah hayatını kaybetmiş ve Halep'de defnedilmiştir. Ayrıca Anadolu Selçuklu Devleti büyük karışıklıklara sürüklenmiştir.

   Süleyman Şah; sefere çıkarken yerine vekil olarak Ebu'l Kasım'ı bırakmıştı ve kendisinin ölümüyle beraber Ebu'l Kasım, Anadolu Selçuklu Devleti'ni idare etmeye başlamıştır. Büyük Selçuklu sultanı Melikşah ise; Porsuk Bey'i tekrar Anadolu üzerine göndermek suretiyle Anadolu Selçukluları'nı itaat altına almak istemiştir. Fakat Porsuk Bey başarısız olunca bu sefer de Bozan Bey'i Anadolu üzerine göndermiştir. Bozan Bey'i geri çekmesi için birçok hediyeyle beraber Melikşah'la görüşmek için İran'a giden Ebu'l Kasım; Melikşah'dan Bozan Bey'in iradesiyle kendi iradesinin aynı olacağı, eğer Bozan Bey bu seferden vazgeçerse kendisinin de vazgeçeceğini, bunun için Bozan Bey'le görüşmesi gerektiği şeklinde bir cevap almıştır. Daha sonra Ebu'l Kasım, İznik'e geri dönerken kendisini takip etmekte olan Bozan Bey tarafından yakalatılmış ve boğdurulmuştur. Kendisinin ölümü üzerine kardeşi Ebu'l Gazi Anadolu Selçukluları'nı idare etmeye başlamıştır.

   1092 yılında Melikşah'ın ölümüyle beraber Anadolu'yu itaat altına almak için bölgede bulunan Bozan Bey geri dönmüş ve Türkiye Selçukluları istiklallerini korumuşlardır. Yine Melikşah'ın ölümüyle beraber; Süleyman Şah'ın Ayn Seylem savaşında ölümünden sonra İsfahan'a götürülen oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan serbest kalmışlardır. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan serbest kaldıktan sonra İznik'e ulaşmış ve Ebu'l Gazi; hiçbir direniş göstermeden idareyi Kılıç Arslan'a devretmiştir. Böylece Anadolu Selçukluları içinde bulundukları büyük karışıklıklardan çıkmış ve yeniden fetih hareketlerine başlamışlardır.

   Sultan Kılıç Arslan; tahta çıkınca İzmir, Rodos, İstanköy, Sakız ve Midilli adalarını fethetmiş ve ilk Türk donanmasını oluşturmuş olan Çaka Bey'in kızıyla evlenmiştir. Daha sonra Peçenekler, Çaka Bey ve Kılıç Arslan arasında bir ittifak oluşturulmuştur. Bu ittifaka göre Peçenekler ve Selçuklular karadan, Çaka Bey ise denizden kuşatmak suretiyle İstanbul'u fethedecek ve Bizans İmparatorluğu ortadan kaldırılacaktı. Fakat bu durumun farkında olan Bizans imparatoru Aleksi Komnen; ilk önce Kıpçaklar'la anlaşmış ve 1091 yılında Peçenekler'i bertaraf etmiştir. Daha sonra Aleksi Komnen, Kılıç Arslan'ın ülkesinde; Çaka Bey'in çok güçlü olduğu ve sultanlık gayesinde olduğu şeklinde dedikodular çıkartmış ve bu dedikoduları öğrenince kaygılanan Kılıç Arslan, çok büyük bir hata yaparak kayınpederi Çaka Bey'i ortadan kaldırmıştır.

Tarihi

I. Rükneddin Süleyman Şah Dönemi (1075-1086)

Süleyman Şah'ın İlk Yılları 

   Uzun süren taht mücadelelerinin ve saltanat kavgalarının sonucunda kardeşi Mansur ile birlikte Suriye civarında faaliyet gösteren Süleyman Şah; daha sonra Anadolu'ya geçmiş ve 1075 yılında Nikea (İznik) şehrini fethederek Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurmuştur.

   Süleyman Şah; 1075 yılında Nikea'da yerleştikten sonra, Bizans'ın içinde bulunduğu buhranlı durumdan yararlanarak sınırlarını hızla genişletmeye başlamıştır. Gerçekten de Bizans'ın Rumeli orduları komutanı Bryennios 1075 yılında ayaklanmış ve 1077 yılında Adrianopolis'de imparatorluğunu ilan ederek başkent Konstantinopolis üzerine yürümüştür. Bunun üzerine harekete geçen Bizans'ın Anadolu'daki ordularının komutanı Nikeforos Botaneiates; Alp Arslan'dan kaçarak Bizans'a sığınan Selçuk Bey'in torunu El-basan (Khrysoskül) ile birleşerek, Süleyman Şah'ın taarruzlarına karşı geceleri ve sapa yollardan ilerlemek suretiyle Kütahya'dan İstanbul'a doğru ilerlemeye başlamıştır. Fakat Nikeforos, Sakarya'daki Atzula mevkisinde Selçuklu kuvvetleri tarafından sarılma riski ortaya çıkınca El-basan'ı amcazadesi Süleyman Şah'a göndermiştir. El-basan Süleyman Şah'a; Nikeforos'un imparatorluğu ele geçirmeyi amaçladığını ve bunu başardığı takdirde kendisine vaad ettiği menfaatleri anlatmıştır. Süleyman Şah; müttefiki bulunan mevcut Bizans imparatoru yerine daha uygun şartlarla Nikeforos'la ittifak yapmış ve kendisine asker desteği vermiştir. Nitekim 1078 yılında Nikeforos; İstanbul'a girmiş ve buradaki taraftarlarının müzaheretiyle Bizans tahtını ele geçirmiştir. Yanında getirdiği Türk askerlerini de Rumeli'de isyan etmekte olan Bizans'ın Rumeli orduları komutanı Bryennios'a karşı göndermiştir.

   Bizans'ın iç karışıklıklarını müdahale ederek hakimiyetini Marmara, Ege, Akdeniz ve Karadeniz sahillerine kadar her tarafta genişleten Süleyman Şah'ın muvaffakiyetleri arttıkça Türkistan ve İran'dan Anadolu'ya gelmekte olan Türkmen obalarının akınları süratlenmiş ve büyümüştür. Örneğin 1080 yılında Azerbaycan'dan Anadolu'ya çok büyük bir Türkmen nüfus akını gerçekleşmiştir. Ayrıca Süleyman Şah'ın fethettiği bölgelerde yaşayan Rum, Ermeni gibi yerli milletlere mensup olan insanlarda Bizans'ın başta dini ve ekonomik olmak üzere tüm baskılarından kurtulmuş ve huzura kavuşmuştur.

Süleyman Şah Döneminde Büyük Selçuklu - Anadolu Selçuklu İlişkileri

Kutalmışoğulları; Büyük Selçuklu Devleti egemenliği konusundaki taht kavgalarında mağlup olmuş ve Kutalmış ölmüş, Alp Arslan'ın ölümüyle beraber serbest kalan başta Süleyman Şah ve Mansur olmak üzere Kutalmış'ın oğulları önce Suriye'de faaliyet göstermiş, daha sonra Anadolu'ya geçerek İznik'e kadar ilerlemiş ve İznik başkent olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurmuşlardı. Öte yandan Yabgulu Türkmenleri'nin Güney Suriye ve Filistin'e gelerek burada Atsız Bey'in idaresine girerek bir beylik kurmaları Büyük Selçuklu sultanı Melikşah'ı endişelendirmekteydi. Çünkü Melikşah, bu devlet ve beyliklerin güçlenmesi durumunda kendisine rakip hale gelebileceğini düşünmekteydi. Bu yüzden Melikşah; kardeşi Tutuş'u Suriye'ye göndermek suretiyle Atsız Bey idaresinde teşkilatlanan Yabgulu Türkmenleri'ni itaat altına almıştır. Daha sonra Porsuk Bey idaresindeki bir orduyu Anadolu'ya göndermek suretiyle Süleyman Şah, Mansur ve tüm Kutalmışoğulları'nı bertaraf etmeyi amaçlamıştır. Bu yüzden 1075 yılı Temmuz ayında (468 Zilkaade) Afşin, Saltuk [24], Dilmaç oğlu Mehmed, Tarank oğlu ve Tutı oğlu [25] gibi Oğuz beyleri askerleriyle birlikte Anadolu'dan Halep'e dönüyorlardı. Çünkü bu beyler Melikşah'a bağlıydılar ve Melikşah'a olan sadakatlerinden dolayı onun emrine uygun olarak Tutuş'a iltihak etmişlerdir [26].

   Melikşah'ın Anadolu ve Kutalmışoğulları'nı itaat altına almak maksadıyla gönderdiği Porsuk Bey'in Anadolu'daki faaliyetleri hakkında kaynakların verdikleri bilgiler karışık ve kifayetsizdir. Bu rivayetlerden birine göre Melikşah, cihan hakimiyeti davasıyla [27], Porsuk Bey'i Anadolu'ya göndermiş ve Porsuk Bey Bizans'ı sıkıştırarak imparatoru yıllık 300.000 altun (dinar) haraca bağlamış hatta bizzat Melikşah'da İstanbul'a kuşatmış ve Bizans'ın vergisini 1.000.000 kızıl altına çıkarmış; Konya, Kayseri, Aksaray, İznik ve tüm Anadolu beldelerini fethederek Süleyman Şah'ı Anadolu'ya melik yapmış ve Antakya'yı da alarak kendisine teslim etmiş, Tutuş'u da Şam'a göndererek kendisini Mısır ve Magrip'in fethiyle görevlendirmiştir [28]. Başka bir müellife göreyse Kutalmış ölünce oğlu Mansur Anadolu'ya gitmiş ve birçok beldeyi fethetmiştir. Melikşah tahta çıkınca Mansur'un üstüne Porsuk Bey'i göndermiş ve Porsuk Bey Mansur'u mağlup ederek onu ortadan kaldırmıştır. Ayrıca bu müellife göre Mansur öldüğü zaman kardeşi Süleyman'ın yaşı çok küçüktür ama Türkmenler'in kendisine iltihakıyla Süleyman'da birçok beldenin fethine muvaffak olmuştur [29]. Yine başka bir müellife göre Melikşah; Porsuk Bey'i Kutalmışoğlu'nu [30] yakalatmak üzere Anadolu'ya göndermiş ve Porsuk Bey, İstanbul'a sığınmış olan Kutalmışoğlu'nu Bizans imparatoru Nikeforos Botaneiates'den istese de Kutalmışoğlu kendisine teslim edilmemiştir. Daha sonra Porsuk Bey ile Kutalmışoğlu arasında şiddetli savaşlar yaşanmış, iki tarafta çok ağır kayıplar vermiş, nitekim Porsuk Bey bir hileyle hasmını ortadan kaldırarak durumu Melikşah'a bildirmiştir. Bunun üzerine Anadolu'da bulunan Türkmenler'de Kutalmış'ın diğer oğlu olan Süleyman'a sığınmıştır. Modern tarihçiler ise Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurulmasından sonra Süleyman Şah ve Mansur arasında taht kavgalarının başladığını, bu yüzden Süleyman Şah'ın yardım istemesi üzerine Melikşah'ın Porsuk Bey'i Anadolu'ya gönderdiğini ve iki ordunun birleşerek Mansur'u ortadan kaldırdığını, böylece Anadolu melikliğinin Süleyman Şah'a verildiğini yazarlar [32].

Ancak kesin olan şudur ki Porsuk Bey'in liderliğinde düzenlenen bu sefer Kutalmışoğulları'na karşıdır ve bu sefer, Süleyman Şah'ın kardeşi Mansur'un ölümüyle nihayete ermiştir. Bu seferle beraber Süleyman Şah kuvvetlenmiştir.[33] Ayrıca Prof. Dr. Osman Turan; Porsuk Çayı'nın isminin, Porsuk Bey'in bu havalideki hareketlerinin hatırası olarak kaldığını iddia eder.[34].


Süleyman Şah'ın Bizans'la İlişkileri

Süleyman Şah; Bizans İmparatorluğu ile ittifak ederek Melikşah tarafından üzerine gönderilen Porsuk Bey'in, kardeşi Mansur'u öldürmekten başka hiçbir şey elde edemeden geri dönmesini sağlamış ve bu suretle Melikşah'a, dolayısıyla da Büyük Selçuklular'a karşı istiklalini korumuş ve kuvvetlenmiştir. Bu sıralarda Bizans'a ait İstanköy Adası'nda bulunan Melissenos ise; yeni imparator Botaneiates'in iktidarını tanımamakta ve Ege Denizi kıyılarına kadar gelen Türk akıncılarının başbuğlarıyla görüşmekteydi. Bu teşebbüsünde muvaffak olmak için Süleyman Şah'a; tahtı ele geçirdiği takdirde Frigya ve Galatya havalilerinde Bizans'ın elinde bulunan şehirleri teslim etmeyi vaad etmekteydi. Bu siyaset değişikliği dolayısıyla da Bizans ve Anadolu Selçuklular'ın arası açılmış ve Botaneiates, Anadolu üzerine bir ordu sevketmiştir. Bu ordu; Anadolu Selçukluları'nın payitahtı İznik'i kuşatmak veya bu esnada Dorileon (Eskişehir) havalisinde bulunan Süleyman Şah ve Melissenos'a taarruz etmek konusunda tereddüt etmiş, nitekim İznik'in muhasarasına karar verilmiştir. İznik'te bulunan Türk garnizonu Bizanslılar'ı oyalamaktayken Süleyman Şah ve Melissenos'ta hızla ilerlemişlerdir. Nitekim Süleyman Şah ve Melissenos'tan çekinen Bizanslılar kaçmış ve Süleyman Şah ile Melissenos Kadıköy'e (Domalis) yerleşmiştir. Fakat Melissenos'tan erken davranan ünlü Bizans generali Aleksi Komnen; Nikeforos Botaneiates'i tahttan indirmiş ve imparatorluğunu ilan etmiştir (1081).

    Bizans'taki imparator değişikliği Anadolu Selçukluları'na yaramış ve Selçuklular; Anadolu'da fethetmedikleri yerleri de fethetmişlerdir. Bu hususu Süryani Mihael gibi müellifler; Nikomedia'nın (İzmit) Türkler'in elinde bulunduğunu belirterek doğrulamaktadırlar. Nitekim İstanbul Boğazı, Türkler ile Bizanslılar arasında sınır olmuştur. Aleksi Komnen bu durum karşısında, bir gece baskınıyla Türkler'i boğazlardan uzaklaştırmak istemiş ama başarısız olmuştur. Bu sırada Bizans'ın Balkan topraklarına karşı çok büyük ve acilen bertaraf edilmesi gereken bir Norman tehlikesi belirmiştir. Bu yüzden Aleksi Komnen, Süleyman Şah'la anlaşmak zorunda kalmış ve anlaşmaya göre Selçuklular'ın Bizanslılar'a; Normanlar'a karşı olan mücadeleleri sırasında asker desteği sağlaması, yine Selçuklular'ın İstanbul Boğazı'ndan çekilmesi ve iki devlet arasındaki sınırın Drakon çayı olması kararlaştırılmıştır. Bu muahedeyle beraber Selçuklular, Marmara kıyılarına kadar bütün Anadolu'nun kendilerine ait olduğunu tasdik ettirmişlerdir. Öyleki hukuken Bizans'a ait olan Sinop ve Antakya şehirlerinin mahalli hakimler tarafından fethi karşısında Bizans imparatorunun bir itirazda bulunmaması 1081 muahedesiyle Bizans'ın, tüm Anadolu'yu Selçuklular'a terkettiğine delalet etmektedir. 1081 muahedesinde Selçuklu-Bizans hududu olarak belirlenen Drakon çayı; W. Ramsay'a göre İzmit Körfezi'ne dökülen Kırkgeçit çayıdır. Chalandon'a göreyse Drakon çayı, Bozburun yarımadasını ayıran çaydır. Osman Turan'a göreyse bugünkü Drakos(Orhan)tepe ve onun yanındaki bir dere bahis mevzudur. Bu muharebeden sonra Süleyman Şah'ın, yapacağı askeri yardımı gerçekleştirdiğine dair bir kayda rastlanmamış ve Anna Komnen, Makedonya'nın Ohri bölgesinde oturan ve Tadikios'un emrinde bulunan Türkler'dem bahsetmiştir ki tüm kaynaklar bunların Balkanlar'daki Şamani Türkler'e (Müslüman olmayan Türkler) mensup olduğunu teyid etmektedir.

Süleyman Şah'ın Şark Seferi Öncesi Şark Hudutları

    Süleyman Şah'ın tüm Anadolu'ya hakim olduğunu söyleyen kaynaklar, Anadolu Selçukluları'nın şark (doğu) hudutlarını ve bu hudutların nereye kadar uzandığını belirtmezler. Bununla beraber, Süleyman Şah'ın Şark Seferi'nden önce Kapadokya'ya, sahil bölgelerine ve tüm Anadolu vilayetlerine hakimiyetini yayarak buralar valiler tayin ettiğine dair bir ifade bize umumi bir fikir vermektedir. Süleyman Şah'ın bu sefere çıkarken, İznik'te yerine naib olarak bıraktığı Ebu'l Kasım'ın kardeşi Ebu'l Gazi'yi Kapadokya'ya vali olarak tayin etmesi bu bölgenin Anadolu Selçukluları'na ait olduğunu gösterir [43]. Kaynaklarda adı, şahsiyeti ve siyasi faaliyetleri bir türlü anlaşılamamış bulunan Taylu Danişmend'in oğlu Gümüş-tekin Ahmed Gazi'nin (Danişmend Gazi); bu zamanda Süleyman Şah'ın dayısı ve tabiisi olarak Sivas, Amasya ve Tokat bölgesinde Danişmendliler Beyliği'ni kurmaktaydı. Danişmend-name ve Anna Komnena'da Çankırı, Kastamonu ve Sinop'un fatihi olarak gösterilen ve Çankırı'daki kendi adını taşıyan türbede defnedilmiş bulunan Kara-tekin'de Süleyman Şah'ın bir valisi veya tabii olarak gözükmektedir.

   Selçuklular'ın Bizans'ı takip ettiği ve Selçuklu Devleti'nin ağırlık merkezinin Marmara kıyılarına intikal ettiği için Türk nüfusunun kesafetide batıya doğru artmış ve bu sebeple de Doğu Karadeniz sahilleri de zayıf bir Türk işgalinden sonra tekrar Bizans'ın eline geçmiştir. Bizans kaynaklarının belirsiz bilgilerine rağmen Trabzon; 1075 yılında Theodore Gabras tarafından geri alınmıştır. Bir İslam kaynağına göre 1079 yılında Anadolu'da gaza yapmakta olan bir Türk fırkasının tamamen şehit olduğu belirtilmiştir ki bu olayın Doğu Karadeniz'de olduğu tahmin edilmektedir. Gabras; Trabzon'da Bizans'tan bağımsız bir idare kurmuş ve bu yüzden 1091 yılında Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos tarafından bu havaliden püskürtülmüş ve yerine Gregoire Taronites tayin edilmiş; son olarak da Konstantin Gabras Trabzon'a hakim olarak müstakil bir Rum devleti vücuda getirmiştir. Gabras; şarktaki Türk beyleriyle yaptığı ittifaklar sayesinde Bizans'a karşı istiklalini korumuştur.

   Süleyman Şah'ın şark seferi öncesinde Anadolu toprakları bu durumdayken Ermeniler'in Fırat boylarından bir takım prenslikler kurmaları Anadolu Selçukluları için mühim bir meseli teşkil etmekteydi. Bizanslılar; XI. asrın başlarından itibaren Doğu Anadolu'yu işgal ederek bu bölgedeki Ermeni prensliklerini ortadan kaldırmış ve mühim bir Ermeni nüfusunu Sivas, Kayseri ve Fırat boylarına nakletmişlerdir. Malazgirt Savaşı'na müteakip Türkmenler'in hızla Anadolu'ya girmesiyle beraber Ermeniler daha kuzeye ve batıya kaçmışlar; Fırat boylarında, Kilikya'da, Malatya'da, Maraş'da ve Urfa bölgelerinde kesafet yaratmışlardır. Bizans'ın bu tehciri ve Ortodoksluk mezhebini zorla Ermeniler'e kabul ettirmeye çalışması Ermeniler'i, Bizans'a karşı düşman hale getirmiştir. Öyle ki Anadolu'nun müdafaasına karışmayan Ermeniler bazen Türkler'i kurtarıcı olarak karşılayarak Bizans aleyhindeki milli ve dini düşmanlıklarını devam ettirmişler; Malazgirt Savaşı'ndan olduğu gibi toptan savaş meydanından uzaklaşmışlar; fırsat buldukça Rumlar'a saldırmışlardır. Böylece Ermeniler Bizans'a karşı ilk Arap fetihlerinde ve Avasım şehirlerinin kurulmasında Müslümanlar'a yakın oldukları gibi Malazgirt Savaşı'na müteakipde Türkler'e yakın olmuşlardır. Bu yüzdendir ki çağdaş Ermeni ve Süryani müellifleri, Rumlar'ı menfur ve kadınlaşmış dinlerine ve milli varlıklarına düşman zalim Rafiziler olarak gösteriyor, Bizanslılar'da onları ihanetle itham etmişlerdir.

   İşte Bizans'ın çöküşünden ve Türkler'in onlara karşı düzenlediği takip ve seferlerden yararlanan Ermeniler, Fırat boylarında kesafet kazanmışlar ve birçok prenslik kurmuşlardır. Bu suretle de Anadolu Selçukluları'nın güneydeki ve doğudaki Türk-İslam dünyasıyla olan münasebetlerini kesecek bir durum yaratmışlardır. Türkler'e karşı Bizanslılar tarafından Malatya-Antakya hattının müdafaası ile görevlendirilen Ermeni sergerdesi Filaret (Philaretos), Malazgirt Savaşı'nda ciddi bir çatışmaya girmediği halde, bu savaştan sonra imparator Mihael'e karşı eski imparator Romen Diyojen'i, bu eski imparatordan almış olduğu kumandanlıktan dolayı müdafaa etmiştir. Fakat Filaret bu durumdan faydalanarak kendi hesabına çalışmıştır.

    Malazgirt zaferinden sonra ne yapacağını şaşıran Frank askerleri ve reisleri Raimbaud, ayrıca dağlık Toros bölgelerine sığınmış olan Ermeniler de Filaret'in idaresine girmiş ve böylece 1074 yılında Filaret; hakimiyetini kurmuş ve imparatorun Antioch (Antakya) valiliğine tayin etmiş olduğu İzak'ı bozguna uğratmıştır. Daha sonra Filaret; Siirt, Muş ve Harput bölgelerine hakim olan, Bizans'a sadık kalan Ermeni prensi Sasonlu Thornig'e karşı taarruza geçmiştir. Filaret bu savaşta Frank reisi Raimbaud'u kaybetsede Türkler'le ve Türk emiri Kapar ile ittifak ederek Thornig'i de bertaraf etmiştir. 1077 yılında Bizans valisi Leon'un idaresindeki Urfa'yı zapteden Filaret; Malatya'da yerleşen Ortodoks Ermeni Gabriel'i de kendisine tabii kılmıştır. En son Fırat boylarında meydana çıkan Ermeni Vasag'ı da 1079 yılında ortadan kaldırdıktan sonra Filaret Antakya'ya girmiş ve şehirdeki Rumlar'ı katletmiştir. Böylece gittikçe kuvvetlenen Filaret Harput'tan Kilikya'ya kadar uzayan Malatya, Maraş, Göksün, Tarsus, Anazarba, Masisa, Ra'ban, Antakya ve Urfa şehirlerini içine alan çok büyük bir prenslik kurmuştur. Fakat bu hakimiyeti kurarken izlediği iki yüzlü siyaset ve Hristiyanlar'ı katilden kaçınmamasından dolayı Rumlar ve Süryaniler'den başka Ermeniler'in de nefretini kazanmıştır. Mevkisini Türkler'le dostluk kurarak korumaya çalışan Filaret; Süleyman Şah'ın kendi üzerine sefer yapma ihtimaline karşı Melikşah'a yaklaşmış ve bizzat onun sarayına giderek hakimiyetini tasdik ettirmek gayesiyle Müslüman olmuştur. Bu durum Filaret'in Hristiyanlar'a karşı olan şiddetini artırmış ve Hristiyanlar'ın Filaret'e olan nefretleri iyice artmıştır.

Süleyman Şah'ın Şark Fetihleri

   Türkiye Selçukluları'nın şarkında bir Ermeni prensliğinin kurulması ve Melikşah'ın, dolayısıyla da Büyük Selçuklular'ın bu prensliği desteklemeleri büyük bir endişe yaratıyor ve Süleyman Şah'ı şark seferine mecbur ediyordu. Bizanslılar ile yapılan 1081 muahedesiyle nasıl imparator Aleksi Komnen Balkanlar'daki Normanlar'a ve Şamani Türkler'e (Müslüman olmayan Türkler) karşı serbest kaldıysa aynı şekilde Süleyman Şah'da Doğu Anadolu meselelerinde serbest kalmıştır.

   1082 yılında Çukurova'ya (Kilikya) girerek Tarsus'u fetheden Süleyman Şah; 1083 yılında Adana, Anazarba, Masisa ve tüm Kilikya beldelerini hakimiyeti altına almıştır. Süleyman Şah, Tarsus'u fethedince derhal kadı İbn Ammar'dan bu yeni fethedilen şehirler için kadı ve hatip istemiştir ki bu durum Süleyman Şah'ın; Melikşah'la, dolayısıyla da Büyük Selçuklular'la olan geçmişten kalma siyasi ve ailevi rekabetini devam ettirdiğine dair mühim bir hadisedir. Çünkü Süleyman Şah, Büyük Selçuklular'ın dini lider olarak tanıdığı Sünni Abbasiler yerine Şii Fatımiler'i dini lider olarak tanımıştır. Nitekim Kutalmışoğulları; Anadolu'ya geçmeden önce Kuzey Suriye'de bulundukları dönemde aynı teşebbüste bulunmuşlardır. Ayrıca İbrahim Yınal ve diğer asi Selçuklu beyleri de bu yolu tutmuşlardır.

   Geçmişte Abbasiler; Bizans'a karşı Tarsus merkez olmak üzere Avasım şehirlerini kurmuştur ve bu münasebetle Kilikya şehirleri aralarında pek çok Türk'ün de bulunduğu Müslüman gönüllü ve gazilerin üssü olmuştur. İslam kültür ve medeniyetinin yerleştiği ve ilim adamları yetiştirdiği bu bölge X. asrın başlarında Bizans tarafından işgal olunmuş ve tüm Müslüman halk katledilmiştir. İşte Süleyman Şah yaklaşık 150 yıl sonra bu bölgeyi Hristiyan işgalinden kurtarmış ve tekrar bir İslam diyarı haline getirmiştir. Tarsus ve Kilikya'dan sonra Filaret'in elindeki tüm bölgeleri fethetmeyi ve bu münasebetle Büyük Selçuklular'la karşı karşıya gelmeyi hesap eden Süleyman Şah; İznik'e dönerek gerekli hazırlıkları yapmış ve önlemleri almıştır. Bu maksatla Süleyman Şah, İznik'e yerine vekil olarak Ebu'l Kasım'ı bırakmış ve Kapadokya'ya, sahil bölgelerine ve tüm Anadolu'ya valiler tayin etmiştir. Bu valileri şark seferi bitene kadar bölgelerini korumakla görevlendiren  Süleyman Şah; Antakya üzerine hareket etmiştir. Süleyman Şah Antakya üzerine hareket ederken dayısı Gümüş-tekin Ahmed Gazi'de (Danişmend Gazi) Filaret'e tabii olan Gabriel'in elindeki Malatya'yı muhasara için hareket etmiştir. Bu müşterek taarruz yanında, aynı 1085 yılında, Kara-tekin'de Bizans'ın elindeki Sinop şehrini fethetmiştir.

   Süleyman Şah'ın hareketine muvazi olarak Emir Buldacı da; yukarı Ceyhan bölgesini, Elbistan, Göksün ve Ra-ban şehirlerini fethedince bu havalide yalnız Maraş Filaret'in elinde kalmıştır. Bu durumda memleketlerin hızla elinden çıktığını ve Hristiyanların kendisine ihanet ettiğini gören Filaret; Melikşah'la görüşmek için İran'a gitmiştir. Bu durumdan faydalanan Antakya halkı ve başta şehrin valisi gizlice Süleyman Şah'a haber göndererek kendisini davet etmişlerdir. Bundan sonra Süleyman Şah, ordusuyla beraber cebri bir yürüyüşle Antakya'ya doğru hareket etmiştir. Bu seferin duyulmaması için de geceleri ilerleyen Süleyman Şah, gündüzleri ya dinlemiş ya da sapa yolları takip etmiştir. Daha sonra Süleyman Şah, askerlerini Kilikya'da gemilere bindirmiş ve Asi Nehri üzerinden Antakya önüne çıkmıştır [56]. Böylece çok az bir zamanda, Bizans müellifi Anna Komnen'e göre 12 günde Antakya önlerine gelen Süleyman Şah ve askerleri, Faris kapısından şehre girmişlerdir. Böylece 1084 yılında şehir Süleyman Şah tarafından fethedilmiştir. Fakat iç kaleye kapanan kale muhafızları bir süre direnseler de su ve erzağın kesildiğini, kendilerine aman verildiğini görünce iç kaleyi de teslim etmişler ve böylece 1085 yılında Antakya, tamamen fethedilmiştir. Bu suretle Antakya; 969 yılından beri süren Bizans ve daha sonra Ermeni Filaret'in işgalinden sonra, 1085 yılında kurtulmuştur. Yine aynı yıl Ermeni Filaret; Maraş'ta ölerek tarih sahnesinden çekilmiştir.

   Antakya geçmişte; Afşin Bey tarafından ve ayrıca Anadolu'ya geçmeden önce Süleyman Şah tarafından kuşatılmış fakat Bizans'ın şiddetli müdafaasından dolayı şehir düşmemiştir. Daha sonra Süleyman Şah şehri fethetmiş ve bu fetihle beraber; o dönem huzursuzluklar içinde bulunan Halep'in Harim ve Duluk kazaları da kendiliğinden Süleyman Şah'ın eline geçmiştir.

   Süleyman Şah'ın Marmara sahillerinden Antakya'ya kadar uzanan çok güçlü bir devlet kurması ve hakimiyetini genişletmesi onun, Büyük Selçuklular'la yahut tabiileriyle çatışmaya girmesini mukadder kılmıştır. Süleyman Şah'ın bu fethi Arap Şerefüddevle Müslim'i telaşlandırmış ve Süleyman Şah, yaptığı Antakya fethine müteakip Melikşah'a elçi göndermiş ve Melikşah, bu durumdan memnun olmuştur. Fakat bu durum da iki amcazade arasındaki ilişkilerin düzeldiğine hükmetmek kolay değildir. Çünkü böyle bir teşebbüs gerçekleşmişse bile bu dini duyguların ve siyasi şartların bir icabıdır. Nitekim Süleyman Şah Antakya'yı fethederken Melikşah'da Doğu Anadolu ve Suriye meselelerinin halli için harekete geçmişti. Çünkü Diyarbakır Mervani emiri Bizans'ın eski bir vassalıydı ve son olarak da Fatımiler'le münasebetleri olan Şerefüddevle Müslim'de Mervaniler'le anlaşarak birçok lütuflarına nail olduğu Melikşah'a nankörlük etmişti. Bu yüzden Melikşah Diyarbakır üzerine bir ordu sevkediyor ve öte yandan bizzat kendisi Şerefüddevle Müslüm üzerine Musul seferini düzenliyordu. Fakat bu dönemde Melikşah; Horasan'daki kardeşi Tekiş'in isyanıyla karşılaşmış ve geri dönmek zorunda kalmıştır. Melikşah o tarafa dönerken Şerefüddevle'nin itaat teklifini kabulden başka Musul'la beraber Halep'in idaresini de Müslim'e bırakmıştır. Bu durumda Melikşah'ın, Süleyman Şah'a böyle bir yanıt vermesi tabiidir.

   Şerefüddevle Müslim; Ermeni Filaret'le iyi münasebetler kurmuş ve Antakya için yıllık bir cizye vergisi almıştır. Fakat Süleyman Şah'ın Antakya'yı fethi üzerine Müslim, bu meblağı Süleyman Şah'dan istemiş ve onu Melikşah'a itaatsizlikle itham ve tehdit etmiştir. Buna cevap olarak Süleyman Şah; kendi cihadıyla bu beldeyi kafirlerden alıp bir İslam beldesi haline getirdiğini ve cizye vermeyeceğini Müslim'e bildirmiştir. Ayrıca bazı Halep kasabalarının Süleyman Şah'ın kontrolüne geçmesi ve Halep ileri gelenlerinin Süleyman Şah'a gelerek kendisini, Halep şehrine davet etmesi Süleyman Şah ile Şerefüddevle Müslim arasındaki gerginliği yükseltmiştir. Nitekim Müslim'in askerleri Antakya civarına akınlar yapmaya başlamış ve Süleyman Şah'da, bir kıta askeri Halep civarına göndermiştir. Böylece iki taraf savaş hazırlıklarına başlamıştır. Süleyman Şah; son kez bir barış teklifi yapsa da ret cevabı almış ve bunun üzerine iki taraf 23 Haziran 1085'de, Halep ile Antakya arasında, Amik Ovası'na akan Afrin Çayı üzerinde karşılaşmıştır. İlk harekette Çubuk Bey, Türkmenleri ile beraber Süleyman Şah tarafına geçmiş  ve Arap askerleri bozguna uğramıştır. Şerefüddevle Müslim ise Türkler'in takibi esnasında bir mızrak darbesiyle öldürülmüş ve Süleyman Şah; Temmuz 1085'de Halep'i kuşatmış ve Müslim'in cesedini, Halep kapısında defnetmiştir.

   Süleyman Şah'ın Antakya'yı fethettikten sonra Halep şehrini de kuşatma altına alması, İznik Selçukluları ile İran Selçukluları arasındaki çekişmeyi körüklemekteydi. Halep kuşatması esnasında o dönem şehre hakim olan Şerif Ebu Hasan; bir yandan Süleyman Şah'ı oyalarken bir yandan hem Melikşah'a hem de onun kardeşi olan ve Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş'dan yardım isteyerek ya bizzat gelmelerini veya Süleyman Şah'ı bölgeden uzaklaştıracak bir ordu göndermelerini istemiştir. Bu sıralar da Süleyman Şah, Halep'teki taraftarlarıyla aleyhdarlarını baş başa bırakarak Müslim'in askerlerini takibe girişmiş ve onları çöle kaçırmıştır. Daha sonra Ma'arra, Kefertab ve Şayzar kazalarını teslim almış ve Kınnesrin'i kuşatarak fethetmiştir. Burada Şerefüddevle Müslim'in dul kalan zevcesi Menia hatunla izdivaç eden Süleyman Şah; oradan tekrar Halep üzerine yürürken Tutuş'da Şam'dan ayrılarak kendisine doğru gelmeye başlamıştır. Süleyman Şah, Halep'i ikinci defa muhasara ederken şehir halkı Tutuş ile muharebeniz neticelendikten sonra şehri size teslim edeceğiz şeklinde bir mesaj vermiştir.

   Süleyman Şah üzerine hareket etmekte olan Tutuş'un beraberinde Malazgirt Savaşı'na müteakip Anadolu'da birçok beldeyi fetheden ve çok büyük bir Türkmen kuvvetine sahip Artuk Bey'de bulunmaktaydı. Diyarbakır kuşatması esnasında Fahr ud-devle Cehir ile birlikte bulunan ve onunla bozuşup Melikşah'a gücendikten sonra Suriye'ye giden Artuk Bey, burada Tutuş'la anlaşmış ve Kudüs kendisine ikta olarak verilmiştir. Katıldığı her savaşta muzaffer bir rol oynayan ve yüksek bir şöhretle itibara sahip olan Artuk Bey, Tutuş'la beraber Süleyman Şah'ın üzerine yürümüş ve çok önemli görevler üstlenmiştir.

   Süleyman Şah; bu hareketi haber alınca Tutuş'a doğru ilerlemiş ve iki ordu 5 Haziran 1086'da, Halep'in üç mil yakınındaki Ayn Seylem Mevkii'inde  karşılaşmış ve Selçuklu hanedanına mensup iki amcazade arasında şiddetli bir savaş yaşanmıştır. Şerefüddevle Müslim'e karşı olan savaşta Süleyman Şah'ın tarafına geçen Çubuk Bey ve Türkmenler'i; şimdi safları değiştirerek Tutuş tarafına geçmiş ve Büyük Selçuklular'ı tercih etmişlerdir. Böylece Süleyman Şah bozguna uğramıştır. Süleyman Şah, ordudaki sarsıntıyı gidermek istese de hezimeti önleyememiştir. Ayrıca Süleyman Şah, bu savaşta hayatını kaybetmiştir. Süleyman Şah'ın ölümüyle ilgili iki rivayet vardır. Bunlardan birincisine göre hezimete uğrayan Süleyman Şah, atıyla savaş meydanından uzaklaşmış ve atından inerek kalkanını yere koymuş ve oturmuştur. Daha sonra Tutuş'un askerlerinin kendisini götürmek istemesi üzerine kılıcını çekerek intihar etmiştir. Diğer rivayete göreyse Süleyman Şah, savaş meydanında şehit olmuştur. Daha sonra Tutuş; Süleyman Şah'ın naaşını bir kefene sarmış ve geçmişte Süleyman Şah'ın Şerefüddevle Müslim'i defnettiği Halep kapısına bu sefer kendisini defnetmiştir. Süleyman Şah'ın savaş meydanından uzaklaşarak intihar ettiğine delalet eden Anna Komnen'in rivayetine mukabil Halep tarihçisi, Süleyman Şah'ın cesedinin ölüler arasında bulunduğunu ve Tutuş'un Selçuk oğullarunun ayakları birbirine benzer diyerek Süleyman Şah'ın naaşını tanıdığı göz önüne getirilirse onun savaş esnasında şehit olduğu rivayeti doğruluğa daha yakındır.

   Nitekim bu savaşla beraber Süleyman Şah hayatını kaybetmiş ve başta veziri Hasan bin Tahir olmak üzere askerlerinin mühim bir kısmı esir olmuştur. Anadolu Selçukluları'nın savaşı kaybetmesinde Suriye Türkmenleri'nin Tutuş tarafına geçmesi ve Artuk Bey ana nedenlerdir. Bunlardan başka Süleyman Şah'ın yüksek vasıflarına, askerleri ve tebaası tarafından çok sevilmesine mukabil Tutuş'un kendi maiyetine sert muamelesi dolayısıyla Türkmenler'in karşı tarafa geçmesi ancak Melikşah'ı hesaba katmalarıyla açıklanabilir. Esasen harp başladığı sırada Melikşah'da Urfa'ya varmış bulunmaktaydı. Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Tutuş'un, onun veziri Hasan bin Tahir'i, karısını ve çocuklarını Antakya'ya yani Türkiye Selçukluları'na ait bir memlekete götürmesine rağmen Melikşah gelince onları İsfahan'a götürmüş ve ölünceye kadar onları serbest bırakmamıştır. Böylece Melikşah; 1092 yılına kadar Anadolu'da Kutalmışoğulları'nın hakimiyetine fırsat vermemiştir. Yine Melikşah; Süleyman Şah'ın vezirini Antakya'nın mali işlerine ve Yağı-sıyan bin Alp'i de bir miktar askerle şehrin valiliğine tayin etmiştir.

   Bu savaşla beraber Antakya, Anadolu Selçuklu Devleti'nin toprağı olmaktan çıkmış ve Büyük Selçuklu Devleti'nin bir toprağı olmuştur. Ayrıca Süleyman Şah'ın ölümüyle beraber Anadolu Selçukluları büyük karışıklıklara sürüklenmiş ve Süleyman Şah'ın bu sefere çıkarken yerine vekil olarak tayin ettiği İznik'te ki Ebu'l Kasım Anadolu Selçukluları'nı idare etmeye başlamıştır. Ayrıca Melikşah Anadolu Selçukluları'nı itaat altına almak Porsuk Bey'i tekrar Anadolu'ya göndermiştir.


Ebu'l Kasım Dönemi (1086-1092)

   Süleyman Şah'ın ölümüne takriben altı ay sonra Suriye'ye gelen Melikşah; bu sırada iç kale hariç Halep'i fethetmiş bulunan kardeşi Tutuş'u Şam meliki olarak bırakmış ve Tutuş, Dımaşk şehrine çekilmiştir. Melikşah, Halep'i Kasım ud-devle Ak-sungur'a, Antakya'ya varınca oraya Süleyman Şah'ın vezirinden alıp Yağı-sıyan'a, Urfa'yı Bozan Bey'e ve Musul'u da Çökermiş Bey'e ikta etmiştir. Artuk Bey ise; geçmişte Tutuş tarafından kendisine ikta edilen Kudüs'e yerleşmiştir. Böylece bölgedeki düzen ve asayiş sağlanmıştır.

   Hakkında belirsizlik olan Urfa şehrine gelince; Filaret'in yerine Barsuma idaresinde bulunan Urfa, Bozan Bey tarafından kuşatılmış ve şehir halkının Barsuma'ya isyanıyla fethedilmiştir. İbn ül-Adim; Melikşah'ın Urfa'ya varınca, burayı Müslüman Filaret'e verdiğini yazarken daha evvel vukubulan bir hadiseyi yanlışlıkla bu zamana almıştır. Urfalı Mathieu ise böyle bir şeyden bahsetmediği gibi şehrin Melikşah tarafından görevlendirilen Bozan Bey tarafından fethedilmesi, Melikşah'ın burayı Filaret'e vermediğini göstermektedir. Nitekim, şehir halkının Filaret'e olan nefretinden dolayı Urfa değil Maraş Filaret'e verilmiştir ve Filaret, 1085 yılında burada ölmüştür.

   Urfalı Mathieu; dünyanın sultanı, Hristiyanlar'ın hamisi ve babası olarak nitelendirdiği Melikşah'ın, sayısız bir orduyla Anadolu'ya gittiğini yazarken tüm Anadolu'yu değil sadece Bizans'a ait sayılan Antakya ve Urfa havalisini kastetmiştir. Böyle belirsiz ifadelere İslam kaynaklarında da rastlanıldığı halde Melikşah, doğu ve güney Anadolu'dan daha ileriye gitmemiştir. Bu rivayetlerin Süleyman Şah'ın ölümünden sonra İznik üzerine gönderilen Porsuk Bey'in veya Bozan Bey'in seferiyle karıştırıldığı muhakkaktır.

   Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye'de durum böyleyken Süleyman Şah'ın bu sefere çıkarken, başkent İznik'te yerine vekil olarak bıraktığı Ebu'l Kasım; Anadolu Selçukluları'nı idare etmeye başlamıştır. Hatta bazı rivayetlere göre Ebu'l Kasım İznik tahtına çıkmış ve kardeşi Ebu'l Gazi'yi Kapadokya (Kayseri) valiliğine tayin etmiştir. Ebu'l Gazi'nin; Haçlı seferlerinde Kılıç Arslan'la beraber Ereğli savaşını yapan Hasan Bey olduğuna değinilecektir.

   Ebu'l Kasım; devleti idareye başladıktan sonra Süleyman Şah'ın, Bizans'la imzaladığı 1081 muahedesini bozmuş ve İstanbul Boğazı ile Marmara kıyılarına akınlar başlatmıştır. Bu yüzdendir ki Bizans müellifi Anna Komnen; Bizans'ın eskiden üç kıtaya hükmeden durumuna göre şimdiki şark hududunun İstanbul Boğazı, garp hududunun ise Edirne olduğunu belirtir. Bizans imparatoru Aleksi Komnen, mukabil kuvvetler göndererek Ebu'l Kasım'ı sulha zorlamak istemiştir ki buna muvaffak olamamıştır. Daha önemlisi, Selçuklular Marmara kıyılarında fethettikleri Kios limanında donanma yapmaya başlamışlardır ve bu sayede Bizans'la daha iyi mücadele etmeye çalışmışlardır. Ayrıca Anadolu Selçukluları, İzmir'de beylik kurmuş ve tarihteki ilk Türk donanmasını oluşturmuş olan Çaka Bey'le ve Balkanlar'da Bizans ile mücadele halindeki bir Şamani Türk boyu olan Peçenekler ile ittifak kurmuşlardır. Öyleki Anna Komnen, Çaka Bey'in donanmasıyla beraber denize açılıp Bizans üzerine yürüdüğü sırada Ebu'l Kasım'ın da İzmit üzerine harekete geçtiğini belirtir.

   Bu durumda Bizans imparatoru Aleksi Komnen; Makedonya'da iskan ettiği Vardar Türkleri'ne mensup Tadikios kumandasında bir orduyu İznik üzerine gönderirken donanmayı da Butumites idaresinde harekete geçirmiştir. Bizans donanması inşa halindeki Selçuklu gemilerini yakarken Bizans ordusu da İznik önünde karargah kurmuş ve şehri kuşatmıştır. Türkler ise küçük bir baskın yapıp surların içine kapanmışlardır.

   Marmara civarında durum böyleyken Melikşah; Porsuk Bey idaresindeki 50.000 kişilik büyük bir orduyu, Anadolu Selçukluları'nı kendine bağlamak için İznik üzerine göndermiştir. Porsuk Bey'in, tüm Anadolu beylerini itaat altına alarak İznik'e yaklaşması üzerine İznik'i kuşatmakta olan Bizanslılar kaçmış ve bu kaçışı hisarlardan gören Ebu'l Kasım; Bizanslılar'ı takibe koyulmuş ve İzmit'in fethine muvaffak olmuştur. Fakat Porsuk Bey sebebiyle Ebu'l Kasım'ın sulh teklifini kabul eden Bizans imparatoru, kendisini İstanbul'a davet etmiş ve Ebu'l Kasım bir süre burada ikamet ettikten sonra, Bizanslılar'ın kendisine verdiği hediye ve askeri yardım vaatleriyle geri dönmüştür. Porsuk Bey ise İznik şehrini kuşatma altına almıştır. Bizans imparatoru Aleksi Komnen'in muhasara altındaki İznik'e yardım göndererek eski siyasi ananeye uygun olarak Roma İmparatorluğu'nun iki düşmanından en zayıfını tutarak birbirine vurdurmak istediğini bizzat imparatorun kızı tarihçi Anna Komnen'de itiraf etmektedir. Bizans ordusunun İznik civarına gelmesi üzerine bizzat imparatorun da mevcudiyetini sanan Porsuk Bey ve ordusu kuşatmayı kaldırmışlardır. Porsuk Bey'in bu seferi belirsiz kalmakta ve burada bitmiş gözükmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere Süleyman Şah'ın kendi memleketi ve bizzat başkenti üzerine bir ordu gönderildiği sırada Suriye'de fetihlerle uğraşamayacağı düşünülürse bu seferin Süleyman Şah'ın ölümünden sonra gerçekleştiği hususunda bir tereddüde meydan bırakmaz. Porsuk Bey'in 1087 Nisan ayında Melikşah'ın kızının düğünü münasebetiyle Bağdat'ta bulunduğu göz önüne alınırsa bu seferin Süleyman Şah'ın ölümüyle 1087 Nisan ayı arasında gerçekleştiği muhakkaktır. Lakin Porsuk Bey'in neden Anadolu'dan geri döndüğü meçhul ve Porsuk Bey'den sonra Melikşah'ın yine Anadolu üzerine gönderdiği Bozan Bey'in ne zaman Anadolu'ya geldiği de belli değildir.

   Porsuk Bey'in dönüşünden sonra Anadolu Selçukluları'nı itaate memur edilen Bozan Bey'in 28 Şubat 1087'de Barsuma'nın idaresindeki Urfa'yı fethi ve ona müteakip Gence seferi de bu yılda olduğu için Bozan Bey'in, 1087 yılından sonra Anadolu'ya gönderildiği muhakkaktır. Çünkü Melikşah'ın vefat ettiği 1092 yılında Bozan Bey Anadolu'da bulunmaktaydı.

   1087 yılından sonraki bir tarihte Melikşah tarafından Anadolu'ya gönderilen Bozan Bey; Anadolu'daki beyleri müşkül bir duruma düşürerek İznik'i kuşatmıştır. Öyleki Sinop'u fethetmiş bulunan Kara-tekin, bulunduğu durumdan dolayı şehrin Bizanslılar'ın eline geçmesini engelleyememiştir.

   Bozan Bey'in şehri kuşatmasına rağmen Ebu'l Kasım, burayı şiddetle müdafaa etmiş ve bu hususta Bizans'tan destek almıştır. Yaptığı birkaç hücum teşebbüsü muvaffak olmayınca Bozan Bey, İznik kuşatması kaldırmış ve Anadolu'daki başka şehirleri zaptetmek için Ulubat Gölü tarafına çekilmiştir. Bununla beraber Ebu'l Kasım; kardeşi Ebu'l Gazi'yi İznik'te bırakarak on beş katır yükü altınla İran'a gitmiş ve Melikşah'dan Bozan Bey'i geri çekmesini, İznik'i kendisine bırakmasını istemiştir. Nitekim Melikşah, Ebu'l Kasım'a; Emir Bozan'ı oraya tayin ettikten sonra bir daha geri çekemem. Ona git, bu parayı kendisine ver ve talebini ona bildir; onun rızası benim iradem olacaktır şeklinde bir cevap vermiştir. Böylece Ebu'l Kasım bir süre İsfahan'da ikamet ettikten sonra geri dönüp Bozan Bey'le anlaşmayı planlarken kendisini takip eden Bozan Bey; gönderdiği adamlarla kendisini yakalatmış ve yayın kirişiyle kendisini boğdurmuştur. Bizans müellifi Anna Komnen; Ebu'l Kasım'ın, Melikşah'ın emriyle boğdurulduğunu ilave eder. Ebu'l Kasım'ın kanı akıtılmadan yayın kirişiyle boğdurulması onun Selçuklu hanedanına mensup olduğunu gösterir ve Sultan ünvanını aldığına dair kayıt doğruysa bu husus daha sağlam bir delil oluşturmaktadır.

   Urfalı Mathieu; Bozan Bey'in emrindeki orduyla beraber Antakya beyi Yağı-sıyan'ı ve Halep beyi Ak-sungur'u da kuvvetleriyle beraber yanına alarak büyük bir orduyla Bizans üzerine yürüdüğünü, İstanbul'u fethetmek istediklerini, fakat bunun imkansızlığını anlayınca tekrar İznik önlerine döndüklerini ve Melikşah'ın ölümüyle (1092) bu beylerin memleketlerine döndüklerini belirtir. Nitekim Bozan Bey; Ebu'l Kasım'ı öldürmüş fakat kardeşi Ebu'l Gazi'nin elindeki İznik'i alamamıştır. Bozan Bey'in düzenlediği bu seferin başlangıç tarihi ve Anadolu'daki hareketleri hakkında tafsilat yoktur.

1097 yılında Avrupa, Batı Anadolu'da Anadolu Selçukluları

I. Kılıç Arslan Dönemi (1092-1107)

   Süleyman Şah'ın Ayn Seylem Savaşı'nda ölümünden sonra oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Tutuş tarafından Antakya'ya götürülmüştür. Daha sonra bölgeye gelen Melikşah ise Kılıç Arslan ve Kulan Arslan'ı İsfahan'a götürmüştür. Böylece Melikşah, ölümüne kadar Süleyman Şah'ın bu iki oğlunu serbest bırakmamış ve 1086-1092 yılları arasında Kutalmışoğulları'nın Anadolu'da hakimiyetlerini müsaade etmemiştir. Bu yüzden Anadolu Selçuklu Devleti, Melikşah'ın ölümüne kadar altı yıl sultansız kalmıştır. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan; 1092 yılında Melikşah'ın ölümüyle beraber serbest kalmışlar ve İznik'e gitmişlerdir.

   Kılıç Arslan ve Kulan Arslan İznik'e ulaştıklarında Bizanslılar, şehri kuşatma altına almış durumdaydılar. Bu, Bozan Bey'in dönüşüyle Bizanslılar'ın fırsat bulduklarını ve Selçuklular'la yapmış oldukları muahedeyi feshettiklerini göstermektedir. Süleyman Şah'ın oğulları İznik'e gelince Selçuklular onları büyük bir heyecanla karşılamış ve Ebu'l Gazi, hiçbir direniş göstermeden idareyi onlara devretmiştir. Büyük kardeş Kılıç Arslan, sultan unvanını almış ve İznik'deki muhariblerin kadın ve çocuklarını getirerek şehirde yerleştirerek şehri kendisine payitaht (başkent) yapmıştır. Bu tedbirleri alan Kılıç Arslan, Ebu'l Gazi'yi başkentin kumandanlığından alarak yerine Muhammed'i beylerbeyi makamına çıkarmış ve diğer beyleri onun idaresine vermiştir.

   Kılıç Arslan, sultan sıfatını almasıyla geçmişte babasına tabii olan Anadolu'daki feodal beyler de kendisine tabii olsa da bu beyler babasının ölümüyle müstakil bir hal almıştı. Bu yüzden Kılıç Arslan'ın ilk günlerinde önce Ebu'l Kasım'ın daha sonra da kardeşi Ebu'l Gazi'nin muhafaza ettiği yerler kendi kontrolünde bulunmaktaydı. Aynı zamanda Kılıç Arslan tahta çıktığında İzmir'de bir beylik kurmuş olan Çaka Bey ile iyi münasebetler kurmuş ve onun kızıyla evlenmiştir.

   Kılıç Arslan, Bizanslılar'ın taarruza geçerek Marmara sahillerini işgale başlamaları üzerine beylerbeyi makamına çıkardığı İlhan lakaplı İlhan Muhammed'i Bizans üzerine göndermiştir. İlhan Muhammed Ulubat Gölü ve Kapudağ havalisini işgal edince Bizans imparatoru Aleksi Komnen, kendisine karşı denizden bir ordu gönderse de İlhan Muhammed, gölün girişinde şiddetli bir hücum yaparak Bizanslılar'ı bozguna uğratmıştır. Fakat imparatorun karadan gönderdiği ordu İlhan'ı esir ve mağlup etmiştir. Bundan sonraki mücadeleler için kaynaklar susmaktadır ve Çaka Bey'in yeni bir istila münasebetiyle haberler bize intikal etmektedir. Nitekim Çaka Bey, denize açılarak Çanakkale istikametinde ilerlemiş ve o dönem Bizans'ın doğu gümrüğü sayılan Aydos'u kuşatarak fethetmiştir. Çaka Bey geçmişte de Midilli, Sakız, İstanköy ve Rodos adalarını da fethederek Bizans'ın başkenti İstanbul'u tehlikeye atmış ve Aydos'u alarak da burayı tehdit etmeye başlamıştır. Yine Çaka Bey, geçmişte Peçenekler ile ittifak yapmıştı ki bu ittifak Nisan 1091'de Peçenekler'in Bizans ve Kıpçaklar tarafından katliyle son bulmuştu. Ebu'l Kasım'ın devleti idare ettiği dönemde Selçuklular'la ittifak yapan Çaka Bey; Kılıç Arslan'ın sultan olmasıyla yeniden bir ittifak kurmuş ve kızını Kılıç Arslan'la evlendirmiştir.

   Bu yüzden telaşlanan Aleksi Komnen, Anadolu'da Çaka Bey'in sultanlık peşinde koştuğu ve çok güçlendiği, ilk fırsatta Kılıç Arslan'ı ortadan kaldıracağı şeklinde dedikodular yaydırmıştır. Ayrıca kendisi de Kılıç Arslan'a bir mektup göndermiş ve Kılıç Arslan'ı, aynı ifadelerle Çaka Bey'e karşı kışkırtmıştır. Halbuki Çaka Bey'in böyle bir niyeti bulunmamaktaydı ve beyliği dünyanın öbür ucuna kadar uzasa yine Selçuklular'a bağlı bir bey olarak kalacağını belirtmekteydi. Nitekim tahtını kaybetmek korkusuyla sarsılan Kılıç Arslan harekete geçmiş ve Çaka Bey, iki büyük ordu ile donanmanın arasında sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden Çaka Bey, damadı Kılıç Arslan ile görüşmek için onun ordugahını gitmiş ve burada öldürülmüştür. Çaka Bey'in ölümüyle ilgili üç rivayet vardır ki bunlardan birincisine göre Çaka Bey, ordugahta ki ziyafet esnasında zehirlenmiştir. İkinci rivayete göre bizzat Kılıç Arslan kılıcını çekerek kayınpederini öldürmüştür. Üçüncü rivayete göreyse Kılıç Arslan'ın tuttuğu bir besleme arkadan hançerlemek suretiyle Çaka Bey'i öldürmüştür ki Çaka Bey ölmeden önce son gücüyle bu beslemeyi öldürmüştür.

   Çaka Bey'in ölümüyle beraber Kılıç Arslan; Bizans'la sulh yaparak garp sınırlarını güvence altına almış ve İlhan'ı İznik'de bırakarak 1095 yılında şarka yönelmiştir. Aynı yıl Ortodoks Ermeni Gabriel'in hakimiyetinde bulunan Malatya'yı kuşatma altına alan Kılıç Arslan, böylece Danişmed Gümüş-tekin'den (Danişmend Gazi) daha erken davranmış ve mancınıklarla surları dövmeye başlamıştır. Ancak eski surlardan başka Gabriel'in şehri iyi tahkim etmesinden dolayı kuşatma uzamıştır. Gabriel'den nefret eden şehir halkı ise zaten teslim olmak istemekteydi ve bu yüzden Kılıç Arslan'ın veziri, şehrin Süryani patriğiyle görüşerek Gabriel'e birtakım vaatlerde bulunarak teslim olmasını istemiştir. Ama Gabriel bu teklifi reddetmiş ve patriği de öldürtmüştür. Nitekim kuşatma daha da uzamış ve Kılıç Arslan şehrin fethine yakınken Haçlılar ve Bizanslılar'ın İznik'i kuşattıklarını öğrenince Malatya'daki kuşatmayı kaldırarak geri dönmek zorunda kalmıştır.

Kılıç Arslan'ın Haçlılarla Mücadeleleri

   Türkler'in Malazgirt Meydan Muharebesi'ne müteakip Anadolu'da yerleşme ve vatan kurma devresinde başlayan Haçlı seferleri; bu faaliyetleri tehdit edecek bir ehemmiyet taşır. Türkler'in Marmara kıyılarına kadar geldikleri ve Bizans'ın tüm Anadolu'ya kaybettiği zaman o dönemin Bizans imparatoru Mihael; yine o dönem Papa olan VII. Gregorius'a 1074 yılında müracaat etmiş fakat yaptığı müracaat sonuç vermemiştir. Lakin Papa'nın giriştiği tahrikler Avrupa'da bir Haçlı havası yaratmış, cehalet ve dini taassup içindeki o dönem Avrupalılar'ını Selçuklular'a karşı hazırlamıştır. Bizans imparatoru Aleksi Komnen'de zor durumda kalınca 1091 yılında Papa II. Urban'dan yardım istemiştir.

   Bu ikinci müracaat sonucunda Hristiyan Batı ve Müslüman Doğu dünyası için önemli sonuçlar doğuran Haçlı seferleri başlamıştır. Bu seferler esnasında, Bizans'ın istediği küçük askeri yardımlar yerine çok büyük kitleler harekete geçmiş ve çoğu disiplinsiz, savaştan anlamayan insanlardan olan kitleler, akın halinde doğuya ilerlemeye başlamışlardır. Bazı İslam kronikleri; bu seferlerin başlamasında Şii Fâtımî Devleti'nin de, Suriye bölgesindeki rakiplerini zayıflatmak için Haçlılar'ı bölgeye davet ettiğini rivayet eder.

   Nitekim I. Haçlı Seferi başlamış ve ilk Haçlı kitleleri, Keşiş Piyer'in idaresinde Avrupa'dan yola çıkmıştır. 1096 Eylül ayında Bizans'ın başkenti İstanbul'a ulaşan bu disiplinsiz ve savaştan anlamayan kişilerden oluşan Haçlı kitleleri, Bizans imparatoru Aleksi Komnen tarafından Anadolu'ya geçirilmiştir. Ancak bunlar, Anna Komnen'e göre İlhan'ın, İbn ul-Kalanisi'ye göre Kılıç Arslan'ın kardeşi Kulan Arslan'ın (bazı kaynaklarda Davud olarak geçer) komutasındaki Selçuklu ordusu ve Türkmenler tarafından İzmit'e ulaşamadan imha edilmiştir. Bazı kaynaklara göre Anadolu Selçukluları 60.000 Haçlı'yı imha etmiştir.

   Daha sonra kontların ve düklerin komutasındaki, disiplinli ve savaşçı şövalyelerden oluşan asıl Haçlılar'ın sayısı, miğferli ve zırhlı 100.000 askerden başka diğer asker, kadın ve çocuklarla beraber sayıları 600.000'i bulmuştur. Bizans'ın başkenti İstanbul'a ulaşan bu Haçlılar; Aleksi Komnen ile bir anlaşma yapmış ve Anadolu'ya geçirilmişlerdir. Bu antlaşmaya göre Haçlılar, Anadolu'da ele geçirdikleri yerleri Bizans'a teslim edecek, Bizanslılar'da Anadolu'da Haçlılar'a rehberlik yapacaktır. Nitekim bu gelen Haçlılar ve Bizanslılar, Anadolu Selçukluları'nın başkenti İznik'i kuşatmışlardır. İznik'in surlarla ve göl sularıyla çevrili olmasından dolayı kuşatma zorlaşmış ve şehirdeki Türkler, göl vasıtasıyla temel ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bu sırada Kılıç Arslan Malatya şehrini kuşatmaktaydı ve İznik'ten gelen yardım çağrılarıyla kuşatmayı kaldırarak süratle batıya hareket etmiştir. Kılıç Arslan bölgeye ulaştığında Haçlılar ve Bizanslılar; ilk başta kuşatamadıkları güney kapısını da sarmışlar, ayrıca Bizanslılar'da Kios'ta inşa ettikleri gemileri göle atarak şehrin dışarıyla irtibatını kesmişlerdi [103]. Bu yüzden şehrin altındaki ovaya ordugah kuran Kılıç Arslan, şiddetli taarruzlarla kuşatmayı yarmayı denemiş fakat başarısız olmuştur. Halbuki Kılıç Arslan, düklerin ve kontların komutasında gelen Haçlılar'a gerekli ehemmiyeti vermemiş ve bunları da Keşiş Piyer'in idaresindeki Haçlılar gibi zannederek İznik'teki adamlarının yardım çağrılarına önem vermemişti. Ayrıca İznik'e doğru gelirken gönderdiği mektuplarda da böyle söyleyerek müdafileri cesaretlendirmekteydi.

   Nitekim Kılıç Arslan, böyle tepeden tırnağa zırhlı bir ordunun karşısında kendi ordusunu yıpratmamak için geri çekilmiş ve İznik'teki müdafilerini yazdığı mektuplarda istediklerini tercih etmekte serbest bırakmıştır. İznik'teki Türkler, canlarını ve ailelerini kurtarmak koşuluyla Bizanslılar'a şehri teslim etmişlerdir. Bizans imparatoru, çoğunu Peçenek Türkleri'nin teşkil ettiği 40.000 kişilik bir orduyu Tadık'ın komutasında şehri teslim almaya memur etmiş ve böylece altı hafta süren şiddetli çarpışmalar sonucunda 26 Haziran 1097'de İznik, Bizanslılar'ın eline geçmiştir. Bizans imparatoru, Türkler'e çok iyi muamele etmiş ve onların fidyeyle kurtulmalarına müsaade etmiştir. Ayrıca İznik'in Bizans ve Haçlılar tarafından zaptedilmesiyle beraber Kılıç Arslan'ın zevcesi, Çaka Bey'in kızı da Bizanslılar'ın eline esir düşmüştür. Böylece 325 yılında toplanan konsil ile meşhur olan bu şehir tekrar Bizanslılar'ın eline geçmiş ve Orhan Gazi'nin 1331 yılındaki fethine kadar onların elinde kalmıştır. Bizans imparatoru Aleksi Komnen, İznik'in alındığını bütün Avrupa'ya mektuplarla bildirmiş ve Avrupa'da büyük bir sevinç meydana gelmiştir. Haçlılar ise Anadolu içlerini doğru ilerlemeye başlamışlardır.

   Kılıç Arslan; Haçlılar karşısında Danişmend Gazi ile Kayseri emiri Hasan Bey'i yanına almış ve kuvvetlerini Dorileon'da (Eskişehir) toplamıştır. Türkler; Bohemond'un kumandasında Dorileon'a gelen ilk Haçlı kuvvetlerini eski taktikleriyle vurup çekilmişler ve Haçlılar'a kayıp verdirmişlerdir. Fakat Bohemond'dan sonra Godefroi, Hugue, Saint-Gilles, Robert, Tancred ve Etienne de Blois kumandasındaki bütün Haçlılar'ın yetişerek taarruza geçmişlerdir. Temmuz sıcağında cereyan eden Dorileon Muharebesi (1097)'ne şahit olan bir Haçlı yazarı; "Türkler'in metanet, kahramanlık ve savaş kabiliyetlerini kim tasvir edebilir." der. Ayrıca Türkler'in; Araplar'ı, Ermeniler'i, Süryaniler'i ve Rumlar'ı korkuttukları gibi Haçlılar'ı da tehdit edebileceklerini sandıklarını kaydederek "Onlar Haçlılar ile aynı menşeden geldiklerini ileri sürüyor; Haçlılar ile kendileri müstesna, kimsenin şövalye olamıyacağını iddia ediyorlardı. Buna kimsenin itiraz edemiyeceği hakikatini söyleyeceğim. Eğer onlar Hristiyan olsalar idi şüphesiz kudret, cesaret ve muharebe ilminde kimse onlara müsavi olamazdı" diyerek taraflı bir tutum izlemiş ve Türkler'e olan hayranlığını dile getirmiştir.

   Kılıç Arslan ve Türkler'in kahramanlıklarına, savaş kudretlerine rağmen Haçlılar ve Bizanslılar; ağır zırhlarıyla taarruzları önlemişler ve kayıpları 4.000 civarında olmuştur. Böyle büyük ve baştan aşağı zırhlı bir orduya taarruz durumunda sarılma ve yok olma tehlikesini gören Kılıç Arslan; ordusunu muhafaza etmek ve düşmanı çete savaşlarıyla yıpratmak maksadıyla ricat etmiştir. 4 Temmuz 1097 tarihinde sona eren savaş sonrası Haçlılar; Kılıç Arslan'ın bıraktığı altın, gümüş, çok miktarda at, deve, öküz, katır, koyun ve türlü ganimetleri ele geçirmişlerdir. Bununla beraber Selçuklular hemen hemen hiç esir vermemiştir. Haçlı müeelliflerine göre Türkler; savaş sonrası gittikleri şehirlerde Hristiyanlar'a neşeli görünmüşler ve zafer kazanmış gibi davranmışlardır, Kılıç Arslan'ın esirleri, başka yoldan götürdüğünü belirtmişlerdir. Nitekim bu kalabalık ve tepeden tırnağa zırhlı Haçlı ordusu karşısında ricate karar veren Kılıç Arslan; Haçlılar'ın geçebileceği yollar üzerindeki gıda maddelerini ve suyu yağma yahut tahrip ettirerek onları açlığa mahkum etmiştir.

   Dorileon Savaşı'yla beraber Türkler; Marmara ve diğer sahil bölgelerini kaybederek Orta Anadolu'da toplanmaya başlamışlardır. Haçlılar ise bir-iki gün Dorileon'da kaldıktan sonra Bizans kıtalarıyla beraber harekete geçmişler ve Bizanslılar onları, Emir Dağı ile Sultan Dağı'ndan önce Akşehir'e, oradan Konya'ya ulaştırmışlardır. Bu durum karşısında Türkler, bütün yol boyu ile Konya'yı terk ve tahrip ederek Haçlılar'ı yiyecek maddelerinden mahrum bırakmışlar; sıcak, yorgunluk ve ara sıra baskınlarla onlara kayıplar verdirmişlerdir.

   Kılıç Arslan; Danişmend Ahmed Gazi, Hasan Bey ve diğer beyleriyle Haçlı ordusuna son bir darbe vurmak istemiş ve bu maksatla tüm kuvvetle Ereğli'de toplanmışlardır. Fakat Haçlılar'ın muhafaza ettikleri zırhlı kuvvetlerin karşısında mücadele edilemeyeceği anlaşılınca bunlar geri çekilmişlerdir. Haçlılar, Ereğli'de ikiye ayrılarak bir kısmı Gülek Geçidi'ni aşarak Kilikya'ya girmiş büyük kısmıysa kuzeye kıvrılarak Kayseri istikametinde ilerlemiştir. Kayseri emiri Hasan Bey, bu Haçlılar ile çetin bir savaş vermiş ve çekildiği dağ yamaçlarında çok zayiata uğramıştır. Hasan Bey, burada o kadar çok şehit vermiştirki kendi adını alan bu Hasan Dağı'nda onun namına yapılan bir takım türbe ve ziyaretgahlar asırlarca Türkler'in hatıralarında yaşamıştır.

   Kuzeye kıvrılan Haçlılar; Türkler'in tahliye ettikleri Kayseri, Komana (Tokat), Göksun ve Maraş yoluyla güneye ilerlerken, Kilikya'ya giren Haçlılar Tarsus, Adana ve Mamistra şehirlerini hücumla Türkler'den almışlardır. Tarsus'da zayiat veren Türkler, diğer şehirleri mukavemet etmeden bırakmışlardır. Kılıç Arslan, Buldacı'nın liderliğinde Büyük Selçuklu sultanı Berkyaruk'a gönderdiği bir elçi heyetiyle yardım istemiştir. Berkyaruk ise gülerek "Dünyanın hiçbir milletinin Türkler'e bu kadar fenalık yapamaz" şeklinde bir yanıt vermiştir. Aynı şekilde Musul atabeyi Kerboğa da Kılıç Arslan'ın bu sözlerine hayret ettiğini, Keşiş Piyer'in İznik önlerinde imha edilen kuvvetlerini ve hala her tarafın cesetlerle dolu olduğunu belirtmiştir.

   Büyük Haçlı taaruzu Anadolu Selçukluları'nı büyük bir zaafa ve sarsıntıya uğratmıştır. Bizanslılar, Anadolu'nun tüm sahil bölgelerini işgal etmişler; Çaka Bey'in İzmir'de vücuda getirdiği devleti ortadan kaldırmışlar ve tüm Batı Anadolu ile Karadeniz sahillerini ilhak etmişlerdir. Gülek Geçidi'ni aşıp Kilikya'ya giren Haçlılar sebebiyle şehirler ve ovalarda yerleşen Türkler'in çekilmesiyle beraberse Toroslar'a sığınan Ermeniler yavaş yavaş şehir ve ovalara inmeye başlayarak bir prenslik vücuda getirmeye başlamışlardır.

1101 Haçlı Seferi ve Kılıç Arslan

   İznik'in kaybı ve Birinci Haçlı Seferi fırtınasından sonra Anadolu Türkleri kendilerini toparlamaya başlamış ve Kılıç Arslan, Konya'yı yeni payitaht yapmıştır. Daha 1102 yılında Konyalı Abdullah (el-Konevi) isminde bir alimin Konya'dan Şam'a gidip vaazlarda bulunması bu şehrin az bir müddet zarfında nasıl bir Türk - İslam şehri haline geldiğini göstermektedir [139]. Kılıç Arslan'ın, Bizans'a karşı savunmada bulunduğu muhakkak olmasına rağmen, bir müddet onun faaliyetleri hakkında tafsilat bulunmamaktadır.

   Danişmend Gazi; 1100 yılında Suriye'de yerleşmiş bulunan Haçlılar'ı Malatya civarında mağlup ve esir ederek bazı Haçlı prenslerini Niksar'da hapsetmiştir. Bu esnada Kılıç Arslan'ın da Danişmend Gazi ile beraber bulunduğu veya yardım kuvveti gönderdiği bazı kaynaklarda belirtilse de bunlar kesin değildir. Nitekim Danişmend Ahmed Gazi'nin bu zaferi ve bazı Frank prenslerinin esir düşmesi sonucu Avrupa'dan yeni Haçlı orduları harekete geçmiştir. Bizans topraklarından sonra Anadolu'ya geçen Haçlı ordusu, İznik-Eskişehir istikametinde ilerlerken Kılıç Arslan'ın taarruzları karşısında kayıplar vermiştir. Daha sonra bu ordu; Çankırı ve Ankara'yı geçip Niksar'a ulaşmak isterken Kılıç Arslan ve Danişmend Ahmed Gazi tarafından Amasya civarında, 1101 yılında tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu ilk ordunun arkasından gelen; Nevers, Poitier kontları ve Saint Gilles kumandasındaki ordu, Niksar yolunun tehlikelerini görerek Birinci Haçlı Seferi'ndeki gibi Akşehir, Konya ve Ereğli yolunu takip etmiştir. Sultan, bu orduyu Eskişehir, Akşehir, Konya bölgelerinde çok kayba uğratmış ve Ereğli'de tamamen kılıçtan geçirmiştir. Bu zaferle beraber Türkler, Birinci Haçlı Seferi'nin intikamını almıştır. Kaynaklar, 1101 Haçlı Seferi'ne katılan 300.000 kişiden sadece birkaç bininin Antakya'ya ulaşabildiğini belirtirler.

Kılıç Arslan'ın Şark Seferi

   1101 Haçlı Seferi ile beraber Haçlılar; Anadolu'dan geçme ümit ve cesaretlerini kaybetmişlerdir. Yine Bizans imparatoru Aleksi Komnen; Haçlı seferlerinin artık tehlikeli olmaya başladığını görünce Kılıç Arslan'a müracaat etmiştir. Amasya zaferinden sonra Danişmend Gümüş-tekin'in (Danişmend Ahmed Gazi) Malatya'yı fethetmesi ve diğer meseleler, Kılıç Arslan'ı şarka çekmekteydi. Böylece Anadolu Selçukluları ile Bizans arasında Haçlılar'a karşı bir antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmayla beraber fiili olarak Bizans işgalinde bulunan Marmara sahilleri, İzmir bölgesi ve Antalya havalisi Bizans'a, geri kalan Anadolu Türkler'e bırakılmıştır. Ayrıca Müslüman ve Hristiyan kaynaklar, Aleksi Komnen ile Kılıç Arslan arasında Haçlılar'a karşı bir ittifak yapıldığını doğrularlar ve Bizanslılar'ın, Kılıç Arslan'dan aldıkları destekle Bohemond komutasındaki Haçlılar'ı mağlup ettiğini belirtirler. Garpta emniyet ve güvenliği sağlayan Sultan Kılıç Arslan; Gümüş-tekin Ahmed Gazi'nin Niksar'da esir tuttuğu Haçlı prenslerinin fidyelerinden kendisine hisse vermemesi, Malatya'yı fethetmesi gibi başlıca nedenlerden dolayı şark seferine mecburdu. Fakat ilk önce Haçlılar'dan zulüm gören Elbistan Ermenileri'nin daveti üzerine 1103 yılında Maraş ve Elbistan'ı kurtarmıştır. Oradan Antakya üzerine sefere niyetli olan Kılıç Arslan, Halep'e elçi göndererek askerlerinin beslenmesi için taleplerde bulunmuştur. Haçlı tehlikesi karşısında tedirgin olan Halepliler bu teklifle çok memnun olmuşlardır. Fakat Kılıç Arslan, Danişmend Gazi'nin esir aldığı Bohemond'u 100.000 dinar fidye karşılığında serbest bıraktığı, diğer Haçlı prensi Richard'ın fidyesi içinde Bizanslılar ile müzakereye giriştiğini öğrenmiş ve Antakya seferinden vazgeçmiştir. Daha sonra hem Türkiye sultanı hem de bir müttefik olarak Danişmend Gazi'den bu meblağların yarısını istemiş ama ret cevabı almıştır. Böylece Malatya'nın fethi ve bu hadise, Sultan Kılıç Arslan ile Danişmend Ahmed Gazi'nin arasını açmıştır. Bu yüzden aynı 1103 yılında Kılıç Arslan, Danişmend Gazi'nin üzerine yürüyerek onu bozguna uğratmıştır. 1105 yılında Danişmend Ahmed Gazi'nin ölümüyle beraberse Malatya'yı kuşatma altına almış ve şehir, 28 Haziran'dam 2 Eylül'e kadar kuşatılmış ve surları mancınık ile dövülmüştür. 2 Eylül'de Danişmend Ahmed Gazi'nin oğlu Yağı-sıyan; mukavemet edemeyeceğini anlamış ve hayatına dair teminat alarak şehri teslim etmiştir. Böylece Sultan Kılıç Arslan; 9 yıl önce tam fethine muvaffak olmak üzereyken Haçlı ordularının İznik'i kuşattıklarını öğrenince geri dönmüş ve bu tehlikeli savaşlar esnasında yıpranmıştır. Ama şimdi Danişmendliler'in artan nüfuzlarını kırarak şarkta genişleme siyasetini başlatmıştır. Kılıç Arslan'ın şarkta yayılma siyasetini başlatmasıyla beraber Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları arasındaki ailevi rekabet tekrar alevlenmiştir. Babası Süleyman Şah gibi Kılıç Arslan ve haleflerini şarka çeken başlıca nedenlerden biri Büyük Selçuklular'la olan ailevi rekabettir. Başka bir nedense İslam medeniyeti hudutları içinde gelişen şarkın, Orta Anadolu'ya göre çok ileri bir medeniyete sahip olmasıdır. Bu dönem Doğu Anadolu'da, Büyük Selçuklular'a bağlı beyler hüküm sürmekteydi. Diyarbakır'da Yınal oğlu İbrahim, Siirt'te Kızıl Arslan, Erzen'de Alp-tekin, Hani'de Şahruh, Ahlat'ta Sökmen (Kutbi), Harput'ta Çubuk oğlu Mehmed ve Meyyafarkin'de Ziyaeddin Mehmed hakimdi. Kılıç Arslan buraları almak niyetindeydi ve Muhammed Tapar ile Berkyaruk arasındaki taht mücadeleleri kendisine fırsat vermekteydi. Nitekim Ziyaeddin Mehmed, Sultan'ı Meyyafarkin'e davet etmiş ve Kılıç Arslan onu vezir yaparak Elbistan'ı kendisine ikta etmiştir. Yine aynı yılda, 1105 yılında diğer Doğu Anadolu beylikleri de Kılıç Arslan'a bağlılıklarını bildirmişlerdir. Daha sonra Kılıç Arslan; babasının kölesi ve kendisinin atabeyi Humar-taş'ı (Sıbt, 144a) Meyyafarkin'e vali yapmıştır. Bütün Doğu Anadolu halkı, Haçlılar'a karşı Sultan Kılıç Arslan'ın idaresine girmekten memnun olmuştur. Doğu Anadolu'da sadece Erzurum'a hakim Saltuklu ve Ahlat'a hakim Sökmenli beyleri Büyük Selçuklular'a bağlılığı devam etmişlerdir.

   Kılıç Arslan, topladığı Doğu Anadolu emirleriyle beraber Urfa kontu Baudoin'e karşı harekete geçmiştir. Çünkü Baudouin civar bölgelere ve Mardin Artuklu beyi Uluğ-salar'ın memleketine akın yaparak birçok ganimet elde etmişti. Kılıç Arslan; 1106 yılında ('Azimi bu tarihi yanlışlıkla 1103 olarak verir) Urfa'yı kuşatmış ama zaptı daima güç olan Urfa'nın direnmesi ve Çökermiş'in adamlarının gelerek Harran'ı kendisine teslim edeceklerini bildirmeleri üzerine Sultan Harran'a gitmiş ve halka, Haçlı tehlikesine karşı büyük bir emniyet gelmiştir. Fakat hastalanan Kılıç Arslan, Malatya'ya dönünce Urfa kuşatması kalmış ve Anadolu Selçukluları'nın şarkta genişleme siyaseti bir müddet ileri gidememiştir.

   Bu dönem de Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar, Musul eyaletini Çökermiş'in elinden almış ve yerini Çavlı'yı tayin etmiştir. Emir Çavlı'nın Çökermiş'i öldürmesi üzerine Musul ileri gelenleri Çökermiş'in oğlu Zengi'ye itaat etmişlerdir. Emir Çavlı'nın Musul'u kuşatması üzerine şehrin muhafızı olan Çökermiş'in kölesi Oğuzoğlu (Guzoğlu); şehri müdafaa etmiştir. Kuşatma sürerken Zengi'nin adamları Malatya'ya, Kılıç Arslan'a haber göndererek Musul'u kendisine teslim edeceklerini bildirmişlerdir. Bunun üzerine Kılıç Arslan Musul üzerine hareket etmiş ve Nusaybin'de Çavlı'yı mağlup etmiştir. 22 Mart 1107 tarihinde Musul'a giren Kılıç Arslan; Çökermiş'in oğlu ve adamlarına hilatler vermiş, Sultan Muhammed Tapar adına okunan hutbeyi kendi adına çevirmiştir. Askerlere çeşitli ihsanlarda bulunan Kılıç Arslan, Oğuzoğlu'ndan kaleyi almış ve onu Dizdar (kale muhafızı) yapmıştır. Ayrıca Kılıç Arslan halka adalet dağıtmış ve onların gönüllerini alarak ihdas edilen vergileri kaldırmış; Şehrizur'lu Ebu Muhammed Abdullah bin Kasım'ı Musul kadılığına ve Ebu'l-Berekat Muhammed bin Muhammed'i şehir reisliğine getirmiştir. Bu sırada Kılıç Arslan'ın yanında Diyarbakır beyi Yınal oğlu İbrahim ve Harput beyi Çubuk oğlu Muhammed'de bulunmuştur.

   Kılıç Arslan; 11 yaşındaki oğlu Mesud'u (veya Şahin Şah) melik ve Bozmış Bey'i kumandan olarak tayin etmiş, yanlarında 6.000 süvari bırakmıştır. Zevcesi de oğluyla beraber Musul'da kalan Kılıç Arslan, Emir Çavlı'nın büyük bir orduyla üstüne geldiğini öğrenmiş ve kuvvetlerini toplamaya başlamıştır. Anlaşma gereğince Bizanslılar ile beraber Haçlılar ve Bohemond'a karşı gönderdiği kuvvetlerini kendisine iltihaka çağırmıştır. Halep'den Melik Rıdvan ve Artuklu İl-Gazi'nin kuvvetlerini yanına alarak ilerleyen Çavlı'ya karşı Kılıç Arslan'da harekete geçiş ve iki ordu, Habur Çayı üstünde karşılaşmıştır. Kılıç Arslan rakibine nazaran daha az bir kuvvete sahipti ve Bizanslılar'la beraber olan askerleri kendisine iltihak etmiş değildi. Buna rağmen yaz mevsiminin sıcağında başlayan çarpışmalarda Kılıç Arslan, üstünlüğe elinde tutuyordu. Fakat Kılıç Arslan'a bağlılıklarını bildiren Doğu Anadolu beyleri şimdi eski metbuları olan Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar'ın kumandanı Çavlı'nın tarafına geçerek Sultan'ın bozguna uğramasına sebep olmuşlardır. Bu tehlikeli duruma rağmen Kılıç Arslan harikalar göstermiş ve bizzat Çavlı'nın üzerine atlayarak onun savaş gömleğini (Kezagand) kesmiştir. Yaz sıcağında iki taraf arasındaki çarpışmalar çok şiddetlenmiş, hararetten atlar helak olmuştur. Nitekim Kılıç Arslan bozguna uğramış ve atıyla Habur Çauı'nı geçmek isterken kendisinin ve atının zırhlarının ağırlığı sebebiyle boğularak ölmüştür (14 Haziran 1107). Birkaç gün sonra kıyıya vuran cesedi; civardaki Şemsaniyye köyüne ve oradan tabuta konarak Meyyafarkin'e (Silvan) götürülerek defnedilmiştir. Meyyafarkin valisi bulunan atabeyi Kılıç Arslan'a bir türbe yaptırmış ve bu türbe "Kubbet us-Sultan" adını almıştır. Daha sonra bu türbeye birçok Türk büyüğü ve bizzat Kılıç Arslan'ın kızı Sa'ide Hatun 1130 yılında defnedilmiş, buraya bir zaviye yapılmıştır. İlerleyen zamanlarda büyüyen bu yere Sultan mahallesi denmiştir.

   Emir Çavlı, kazandığı bu zaferden sonra Musul üzerine yürümüş ve mukavemet edemiyeceğini anlayan Bozmış Bey, şehri teslim ederek Kılıç Arslan'ın zevcesi ve küçük oğlu Tuğrul-Arslan'ı Malatya'ya götürmüştür. Kılıç Arslan'ın diğer oğlu Mesud (Şahin Şah) ise Çavlı tarafından yakalanıp Sultan Muhammed Tapar'a göndermiştir. Ahlat beyi Sökmen; 1109 Mayıs ayı esnasında, şiddetli bir kış içinde süren yedi aylık bir kuşatma sonucu Kılıç Arslan'ın atabeyi Humar-taş'ın elindeki Meyyafarkin'i almış ve onun me'un, a'şar, kist, darbhane, ihtisab ve emlak vergilerini kaldırmıştır.

   Kılıç Arslan; babası Süleyman Şah gibi Büyük Selçuklular'a karşı hakimiyet mücadelesine ve rekabete girişmiş, bu yolda iddialı bir şekilde ilerleyerek Musul'u topraklarına katmış ama daha fazla ilerleyemerek mağlup olmuş ve Habur Çayı'nı geçerken boğularak hayatını kaybetmiştir. Anadolu Selçukluları'nın mağlup olduğu ve Kılıç Arslan'ın, Habur Çayı'nda boğularak vefat ettiği savaştan sonra Büyük Selçuklu ülkesinde, Emir Çavlı'nın yine mağlup olduğu ve Kılıç Arslan'ın Bağdat şehrini işgal ettiği şeklinde bazı dedikodular yayılmış ve bunun üzerine endişelenen dönemin Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar; Haşhaşiler'e karşı ilan ettiği cihad hareketini durdurmuş ama Kılıç Arslan'ın zafer kazandığı şeklindeki haberlerin asılsızlığını öğrenince cihada devam etmiştir.

   Kılıç Arslan'ın Anadolu'ya gelişi, Türkler arasında nasıl bir sevinç yarattıysa ölümü de o derece bir hüzün ve matem yaratmıştır. Kılıç Arslan; Türkler arasında nasıl sevildiyse aynı şekilde egemenliği altında yaşayan diğer milletlerce de çok sevilmiştir. Öyleki Ermeni tarihçisi Urfalı Mathieu; "Ölümü Hristiyanlar için bir yas oldu. Zira bu hükümdar çok alicenap ve hayırseverdi." der. Yine Kılıç Arslan'ın, Haçlılar'ın İznik kuşatması öncesinde gerçekleştirdiği Malatya muhasarası esnasında şehrin Süryaniler'i, şehrin hakimi Gabriel yerine Kılıç Arslan'ı tercih etmişlerdir. Kılıç Arslan'ın ölümüyle beraber memleket, Süleyman Şah'ın ölümünden sonrakinden bile daha beter bir buhran yaşamıştır. Kılıç Arslan'ın ölümü esnasında Şahin Şah, Mesud, Arap ve Tuğrul Arslan adlı dört oğlu bulunmaktaydı. Bazı kaynaklar Göksün adlı bir oğlu daha olduğunu da rivayet etmektedir.

Buhran Devri (1107-1110)

   Kılıç Arslan'ın ölümüyle beraber onun Anadolu'da kurmuş olduğu siyasi birlik süratle bozulmuştur. Danişmendliler Beyliği; Anadolu Selçukluları'nı gölgede bırakarak Anadolu'nun en güçlü Türk devleti olmuştur. Musul şehrinin Emir Çavlı tarafından zaptından sonra Bozmış Bey, Kılıç Arslan'ın hatunu ve küçük oğlu Tuğrul-Arslan'ı Malatya'ya getirmiştir. Emir Çavlı, Musul'u aldıktan sonra Kılıç Arslan'ın diğer oğullarından Şahin Şah'ı (İbn ül-Esir ve Ebu'l Ferec onun adını Melikşah olarak yazar) yakalayarak Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar'a göndermiştir.

   Bozmış Bey, Malatya'ya getirdiği Kılıç Arslan'ın küçük oğlu Tuğrul-Arslan'ı sultan ilan etmiş fakat Kılıç Arslan'ın hatunu, İl Arslan adında bir beyle evlenerek Bozmış'ı öldürmüştür. İl Arslan, Malatya halkını tazyik ederek çok miktarda altun toplamış, ardından da Konya'ya gitmek üzere iken Kılıç Arslan'ın hatunu ve oğlu, İl Arslan'ı hapsetmiş, daha sonra da onu Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar'a göndermişlerdir. Anadolu'nun başsız kaldığını gören Muhammed Tapar, bu durumda elinde bulunan Şahin Şah'ı Malatya'ya göndererek Tuğrul-Arslan'ı tahtan indirtmiş ve yerine Şahin Şah, Konya'da sultanlığını ilan etmiştir. Süryani kaynaklarının bu tafsilatına karşılık bazı kaynaklar da Şahin Şah'ın, Büyük Selçuklular'ın elinden kaçarak Anadolu'ya ulaştığını ve amcazadesini ortadan kaldırarak tahtı elde ettiğini kaydeder.

Şahin Şah'ın Saltanatı (1110-1116)

   Anadolu Selçuklu tahtı bir süre boş kaldıktan sonra, I. Kılıç Arslan'ın oğlu Şahin Şah 1110'da başa geçti. Ama kardeşi Rükneddin Mesud onun sultanlığını tanımadı ve Danişmendlilerin desteğiyle iktidarı ele geçirdi. I. Rükneddin Mesud, bir süre Danişmendlilerin denetimi altında kaldı. 1142'de Danişmendli Mehmed Bey’in ölümünün ardından Anadolu Selçuklularının Anadolu'daki üstünlüğünü yeniden kurdu. Bizans ordusunu 1146'da Konya önlerinde yendi. Ertesi yıl II. Haçlı ordusunu Eskişehir yakınlarında bozguna uğrattı.

   I. Rükneddin Mesud, geleneğe uyarak ülkesini üç oğlu arasında paylaştırdı ve II. Kılıç Arslan'ı veliaht ilan etti. I. Rükneddin Mesud’un 1155’te ölmesinin ardından oğulları arasında taht kavgaları başladı. Bu sırada Danişmendliler, Bizanslılar, Musul Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi ve Ermeni Derebeyi Toros birleşerek Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı harekete geçtiler. II. Kılıç Arslan devleti ayakta tutabilmek için önce Bizans’la barış yapmanın yollarını aradı ve İstanbul'a giderek bir antlaşma yaptı. Daha sonra, amcası Şahin Şah ile Danişmendlilerin birleşik ordusunu yendi. 1175'te Danişmendlilerin egemenliğine son verdi.

   Bir süre sonra II. Kılıç Arslan ile Bizans arasındaki barış bozuldu. Bunun üzerine Bizanslılar büyük bir orduyla Anadolu içlerine girdi. II. Kılıç Arslan 1176'da Denizli / Çivril yakınındaki Düzbel geçidi Miryakefalon Savaşı'nda Bizans ordusunu pusuya düşürdü ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu, Türklerin Anadolu’da Bizans karşısında Malazgirt'ten sonraki en büyük zaferdi. Bu yenilginin ardından Bizans, Türkleri Anadolu'dan çıkarma umudunu tümüyle yitirdi.

   II. Kılıç Arslan 1186'da ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırdı. Ne var ki, daha kendisi hayattayken oğulları arasında veliahtlık mücadelesi başladı. 1192'de II. Kılıç Arslan'ın ölümünden sonra oğullarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Ama 1196'da tahtını ağabeyi II. Süleyman Şah'a bırakmak zorunda kaldı. II. Süleyman Şah, Erzurum'u alarak Saltuklular'ın varlığına son verdi. 1204'te öldüğünde Anadolu Selçuklu Devleti’ni yeniden eski gücüne ulaştırmıştı.

Son Parlak Yılları

   1205’te I. Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci kez tahta çıktı. Karadeniz'deki ticaret yollarını kesen Trabzon İmparatorluğu üzerine bir sefer düzenleyerek bu yolu yeniden Türklere açtı. Daha sonra önemli dış ticaret limanı olan Antalya'yı topraklarına kattı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, sultanın ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırma geleneğine son vererek merkezi yönetimi güçlendirdi. Vilayetleri yönetmekle görevlendirilen şehzadeleri merkezi yönetime bağlı birer vali durumuna getirdi.

   I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1211'de öldü.Sultan Keyhüsrev'in üç oğlu (Alaeddin Keykubad,İzzettin Keykavus,Celaleddin Keyferidun) arasından içlerinden yerine büyük oğlu I. İzzeddin Keykavus tahta çıkmıştır.Önce kendisine karşı ayaklanan kardeşi Alaeddin Keykubad’ı etkisiz hale getiren I. İzzeddin Keykavus, böylece iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra bütün dikkatini Anadolu'da ticaretin canlandırılmasına verdi. Kıbrıs Krallığı’yla bir anlaşma yaparak iki ülke arasındaki ticareti serbest hale getirdi. Kuzey ticaret yolunu açmak için Sinop'u Trabzon İmparatorluğu’ndan aldı. Daha sonra, güney ticaret yolunu engelleyen Ermeni derebeyinin üzerine yürüdü ve Ermenileri yenerek Suriye ticaret yolunu açtı. Böylece Anadolu, ticaret kervanlarının merkezi durumuna geldi.

   1220'de Keykavus'un ölünce kardeşi I. Alaeddin Keykubad tahta çıktı. En ünlü Anadolu Selçuklu hükümdarlarından biri olan I. Alaeddin Keykubad, Akdeniz kıyısında önemli bir liman olan Kalonoros'u (bugünkü Alanya) aldı. Kendi adından dolayı daha sonra Alanya olarak anılan bu kentte bir tersane kurdurdu ve kentin kalesini yeniden yaptırdı. Tüccarların karada Ermenilerin, denizde Avrupalı korsanların saldırılarına uğraması üzerine İçel'den Antalya'ya kadar bütün kıyı şeridini topraklarına kattı. Moğolların Anadolu’ya girmesi tehlikesi karşısında 1226'da Eyyubilerle ilişkilerini geliştirdi. Bu arada Trabzon İmparatorluğu’yla ittifak kuran Harzemşahları 1230’da Yassı Çemen Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrattı. Moğollara karşı komşu devletlerle bir birlik kuramayan I. Alaeddin Keykubad, 1233’te Moğol kağanının egemenliğini tanımak zorunda kaldı.

   Alaeddin Keykubad 1237’de ölünce yerine oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Ama devletin yönetimi fiilen vezir Sadeddin Köpek'in elindeydi. Moğolların önünden kaçarak Anadolu’ya sığınan göçebe Türkmenler Anadolu Selçuklu ülkesini tam bir kargaşaya sürükledi. Anadolu Selçuklu yönetimi bu kargaşayı önlemek için sert önlemlere başvurunca, Anadolu Selçuklu tarihinin en büyük ayaklanması patlak verdi. Baba İshak'ın önderliğindeki ayaklanmacılar başkent Konya üzerine yürüyünce II. Gıyaseddin Keyhüsrev kenti terk etmek zorunda kaldı. Ama sonunda, 1240’ta ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı.

   Baba İshak ayaklanmasının Anadolu Selçuklu Devleti’ni iyice zayıflattığını gören Moğollar, “fırsat bu fırsat” deyip Anadolu’yu işgal etmeye karar verdiler. Moğol orduları Doğu Anadolu’ya girerek önce Erzurum’u işgal ettiler. Daha sonra, Selçuklu ordusu ve Moğol ordusu Sivas’ın doğusundaki Kösedağ’da karşı karşıya geldiler. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in komutasındaki Selçuklu ordusu, Kösedağ Savaşında sayıca fazla olmasına rağmen, yanlış savaş taktikleri yüzünden ağır bir yenilgi aldı.

   Moğollar bu savaştan sonra Erzincan, Sivas ve Kayseri gibi kentleri ele geçirdiler ve yağmaladılar. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev Moğollarla anlaşma yaptı ve her yıl onlara vergi vermeyi kabul etti. Böylece, Anadolu Selçuklu Devleti Moğollara bağlı bir devlet haline geldi.

   Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğollar Anadolu’da tam bir baskı kurdular. Koydukları ağır vergiler halkı zor durumda bıraktı. Moğol baskısının yanı sıra, artan Bizans saldırıları, siyasal cinayetler, doğal afetler ve salgın hastalıklar devleti büsbütün sarstı. Anadolu Selçuklu Devleti birkaç kez iki ve üçe bölündü.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Dağılışı ve Yıkılışı

   Moğolların baskısının iyice artması üzerine, Anadolu Selçukluları birkaç başarısız ayaklanma denemesine giriştiler. Hatta, bu ayaklanmalardan birinde Memlüklü Sultanı Baybars’tan yardım istediler. Ordusu ile Anadolu’ya gelen Baybars 1277 yılında Elbistan ovasında Moğolları darmadağın etti. Ancak, Sultan Baybars’ın ülkesine geri dönmesinden sonra, Moğolların intikamı acı oldu. Çok sayıda insanı acımasızca öldürdüler. Bundan sonra Anadolu tamamen Moğol egemenliğine girdi. Anadolu’yu atadıkları valilerle yönettiler. 1308 yılında, son sultan II. Mesud’un ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı.

Devlet Yapısı ve Ordu

   Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzadeler yönetimleri altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzadelerin ayaklanmalarının önemli nedenlerinden biriydi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu geleneğe son verdi ve merkezi yapıyı güçlendirdi. Sultan unvanıyla anılan Anadolu Selçuklu hükümdarları devletin ve ordunun başıydı. Merkezi devlet işleri Divan-ı Âli (Büyük Divan) adı verilen bir kurulda görüşülür ve karar bağlanırdı. Bu kurula vezirler başkanlık ederdi. Vezirden sonraki en yüksek devlet görevi, Niyabet-i saltanatlık makamıydı. Bu makama atanan saltanat naibi, yokluğunda sultana vekâlet ederdi. Öbür yüksek devlet görevlilerinden müstevfi, maliye işlerini yürütürdü. Pervane, divanın yaptığı atamalara ve dirliklerin (iktaların) dağıtım işlerine bakardı. Yazışmaları tuğracı yürütür, hukuk işlerine Emir-i dâd bakar ve askerlik işleriyle beylerbeyi ilgilenirdi. Askeri davalara ise Kadı-i leşker bakardı.


   Vilayetlerin yönetiminden sorumlu kişiye subaşı denirdi. Bir tür vali sayılan subaşı, kentin düzenini sağlar ve bölgedeki askerlere komutanlık ederlerdi. Ayrıca melik denen şehzadelerin yönettiği vilayetler vardı. Melikler doğrudan sultana bağlıydılar ve vilayet merkezinde Büyük Divan’a benzer bir divan kurarlardı. Anadolu Selçukluları, Bizans sınırlarına bir tür sabit öncü kuvvet olarak Türkmen boylarını yerleştirmişlerdi. Bu boyların beyleri sınır bölgelerinde, uçbeyliği denen yarı bağımsız beylikler kurmuşlardı.

   Anadolu Selçukluları'nda devletin malı olan topraklar üçe ayrılırdı. Bunlara dirlik, vakıf ve mülk denirdi. Sultan dirlikleri, kendisi için asker besleyip yetiştirmeleri karşılığında Türkmen beylerine ve komutanlarına verirdi. Mülk denen topraklar üstün hizmetlerde bulunanlara gene sultan tarafından verilirdi. Vakıf araziler ise, han, hamam, medrese gibi kurumların giderlerinin karşılanması için ayrılmış topraklardı.

   Selçuklu ordusu asıl olarak, beylerinin komutasında savaşa katılan Türkmenlere dayanıyordu. Dirlik sahiplerinin kendilerine verilen topraklarda besledikleri tımarlı sipahiler ve kapıkulu askerleri, savaş zamanında ordunun önemli bir parçasıydı. Tımarlı sipahiler subaşıların buyruğunda savaşa katılırdı. Yapısı çeşitli olan Kapıkulu askerleri ise, devlet tarafından çocuk yaşta alınıp eğitilen Müslüman Türkler, diğer Müslümanlar ve Hıristiyanlardan oluşuyordu.

Toplumsal ve ekonomik yaşam

   Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler vardı. Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi. Başlıca eğitim kurumları medreselerdi. Başta Konya, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok kentte medreseler kurulmuştu. Darüşşifa denen hastaneler daha çok Divriği, Sivas, Tokat, Amasra, Kayseri, Konya ve Kastamonu gibi kent merkezlerinde yoğunlaşmışlardı. Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak bu tür konaklama yerlerinin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca karşılanırdı.

   Anadolu Selçukluları ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticaret çok gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki limanlar önemli birer dış ticaret merkezi durumuna geldi. Ticareti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Gerek yolculukları sırasında, gerekse kervansaray ve hanlarda konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu. Anadolu Selçukluları’nda özellikle dokumacılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi madenler işletiliyordu.

   Selçuklular Devleti’nde edebiyat ve düşüncede büyük gelişmeler oldu. Necmeddin İshak, Muhiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana Celaleddin Rumi gibi bilgin ve yazarlar yetişti.

Mimari

   Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.

   Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar "Sultan Han" ya da "Han" olarak adlandırılırdı. Hanlar çok büyük boyutlu yapılardı, bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtmaktaydılar.

Ulu Cami

   Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya'da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Beyşehir'de Kubadabad Sarayı, Niğde'de Alaeddin Camii, Ankara'da Aslanhane Camisi, Kayseri'de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar'da Ulucami, Erzurum'da Çifte Minareli Medrese, Sivas'da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir'de Melik Gazi Kümbeti, Ahlat'da Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir'de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi v.b.), Çankırı'da Taşmescid gösterilebilir.

Karatay Medresesi
Alaaddin Camii


Wikipedia
Anadolu Selçuklu Devleti Anadolu Selçuklu Devleti Reviewed by World Arkeoloji on Şubat 29, 2016 Rating: 5

Hiç yorum yok: